Başlıktaki deyimin anlamını değerli dilcimiz Ömer Asım Aksoy şöyle açıklıyor:
“Küçük bir sorunu, ortalığı gürültüye veren büyük bir olay durumuna getirmek.”
Geçen hafta tam da bu tanıma uygun gürültülü bir siyasal gündem yaratmak için “fazla mesai” yaptı “cumburlopçular”!
Ayşenur Arslan’ın Halk TV’de kullandığı bir sözcük, pusuda fırsat kollayan iktidar tetikçilerini ve RTÜK’ü hemen harekete geçirmeye yetti. Yandaş medyanın ve kadrolu trollerin katkısıyla yeni bir linç kampanyası başlatıldı. Yetmemiş gibi, iktidar ortağı partiler de işi gücü bırakıp birlikte suç duyurusunda bulundular. Öyle anlaşılıyor ki Sezen Aksu ve Sedef Kabaş’tansonra şimdi de Ayşenur’un kellesini istiyorlar!
“Sosyal medya”da saldırılar, hakaretler, tehditler, küfürler havada uçuşuyor! Ne kişilik haklarına saygı ne medya etiği diye bir şey kalmış! Kadın kimlikleri bile aşağılık bir saldırı altında bu insanların!
Peki, Ayşenur Arslan’a neden bu denli saldırıyorlar?
Efendim, onun “suçu” çok büyükmüş!
Çünkü Kıbrıs’ta EOKA saldırılarına karşı direniş hareketini örgütleyen Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT) için “illegal bir kuruluş” demiş…
* * *
Dilimize Fransızcadan giren “illegal” sözcüğünün anlamı, “legal olmayan”, yani “yasadışı” demektir. Bu kavram, bir hukuk terimidir.
Düşünebiliyor musunuz, TMT, 1958 yılında, “İngiliz Sömürge Yönetimi” altında kurulmuş bir “gizli örgüt”… Dolayısıyla yasal değil, “illegal” …
Dünyada faşizme karşı kurulan tüm direniş örgütleri de “illegal”di. Başka türlü de olamazdı zaten. Ama bu durum onların “meşru” olmadığı anlamına gelmez.
Yurtseverler yeraltını çok sevdiklerinden değil, demokratik hak arama yolları kapatıldığı için bu yönteme başvururlar. Yani “illegal” çalışmak onların seçimi değildir.
Nitekim bu toz duman ortamında Halk TV’nin canlı yayınına bağlanan TMT’nin kurucularından, eski Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın oğlu Serdar Denktaş da TMT’nin bir “yeraltı örgütü” olduğunu açıkça söyledi ve Ayşenur Arslan’a yapılan saldırıları haksız bulduğunu belirtti.
Peki, “yeraltı örgütü” ne demektir? Sözlükleri açıp bakarsanız, “gizli çalışan”, yani “illegal” anlamına geldiğini görürsünüz. Nitekim Cumhurbaşkanlığı’na bağlı Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde de “yeraltı” sözcüğünün mecazi anlamı “gizli ve yasadışı” olarak açıklanmış…
* * *
Hepsi bir yana, TMT dokunulmaz, tartışılmaz bir örgüt değildir. Bu yapının Kuzey Kıbrıs’ta işlenmiş kimi siyasal cinayetlerle ilişkisi yıllardır konuşuluyor, tartışılıyor. Bu konuda yazılmış çeşitli kitaplar da var. İlgi duyanlar için ikisinin künyesini buraya yazıyorum:
- Ahmet An: “TMT’nin Kurbanları”, Baranga Yayınları (Genişletilmiş 2. Baskı), Lefkoşa, 2019.
- Ersan Berksel: “Sevapları ve Günahları İle TMT” , Işık Kitabevi Yayınları, Lefkoşa, 2020.
Doç. Dr. Berksel, kitabının önsözünde, TMT’ye yönelik eleştiriler konusunda şöyle diyor:
“Yakın tarihimizdeki tüm karanlık olayların faili TMT miydi, yoksa kişisel husumetler sonucu işlenen bazı cinayetlerin, daha önceden faaliyet gösteren bazı örgütlerin işlediği cinayetlerin ve hatta EOKA’nın işlediği bazı cinayetlerle karanlık olayların sorumluluğu üzerine yıkılan bir örgüt müydü?”
Yazar, elde ettiği belgeleri, tanık anlatımlarını taraf tutmadan aktarıyor ve yargıyı okura bırakıyor.
Kuzey Kıbrıs’ta rahatça konuşulup tartışılan bir konu, Türkiye’de neden “tabu” sayılıyor?
* * *
Bu ülkenin Kurtuluş Savaşı için “Keşke Yunan kazansaydı!” diyenleri baş tacı edenlerin Ayşenur Arslan’ın bir sözünü bağlamından koparıp çarpıtarak bir bardak suda fırtına koparmalarına pabuç bırakılmamalı!
Kuzey Kıbrıs’ta kumarhaneler kralı, uyuşturucu baronu bir mafya figürünün tabutuna Türk Bayrağı örtülmesine ses çıkarmayıp ucuz milliyetçilik taslayanları da fazla ciddiye almamalı!
* * *
HAFTANIN NOTU
Şimdi derlenip toparlanma zamanı!
13 Şubat, sosyalist ve işçi hareketi tarihimizin iki önemli yıldönümüdür. 13 Şubat 1961’de Türkiye İşçi Partisi (TİP), 13 Şubat 1967’de ise Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) kurulmuştu. 1960 sonrasında ülkemizdeki tüm devrimci akımların anası sayılan TİP‘i işçiler, sendikacılar kurmuş; sosyalist aydınlar yükseltmişti. DİSK’i kuranlar da aynı sendikacılardı. Bu birliktelik, ülkemize çok şey kazandırdı. Bugün Türkiye’deki siyasal gelişmeleri belirlemede solun fazla bir ağırlığı yoksa, bu birlikteliği yitirdiğimiz içindir.
Türkiye İşçi Partisi, bizim ilk aşkımızdı. Bağımsız ve eşitlikçi bir ülke, sosyalist bir Türkiye yaratmak için gençliğimizi, tüm enerjimizi onun hizmetine vermiştik. Sonuçta emeğimizin karşılığını aldık ve Türkiye tarihinde ilk kez Meclis’e 15 sosyalist milletvekili göndermeyi başardık…
İlerici, devrimci güçler, sol / sosyalist partiler bugün de bir arada durmayı becerebilirse yine başarırız.Şimdi derlenip toparlanma ve birlikte mücadele zamanı!