“Artık 12 yıl önceki Türkiye yok!”
Başbakan Erdoğan İl Başkanları toplantısında böyle diyor. Soma’dan girip Somali’den, Bosna’dan girip Myanmar’dan çıktı. Konuşmasının dinlemeye dayanabildiğim kadarı muhalefete çatmak üzere kurulmuş. O muhalefet ki, attığı her adım, kurduğu her cümle AKP’ye yarayan bir muhalefet. Muhalefet yapıyormuş gibi gözüküp patlama noktasına gelmiş toplumun gazını almaktan başka işlevi olmayan bir muhalefet. Erdoğan kürsüde muhalefete giydirmek yerine teşekkür etse, daha uygun olurdu.
Berkin Elvan’dan söz açarak, sözü sokaktaki protesto olaylarına getirmesi beklediğimiz bir cümleydi. Hemen her konuşmasında üç aşağı beş yukarı buna benzer bir cümle yer alıyor zaten. Berkin Elvan için anma toplantısı yapmak isteyen öğrencilere değinirken “Her gün öldürülen birini anmak için anma toplantısı yapacaksak işimiz var” anlamındaki sözleri ise ürkütücüydü. Olayları izliyoruz, Okmeydanı’nda olanları bütün gerçekliğiyle öğrenebilmek ve aktarabilmek için kılı kırk yarıyoruz. Gösterilerde Molotof, havai fişek, taş, sapan kullanıldığını görüyoruz ama ateşli silah kullanıldığıyla ilgili hiçbir kaynaktan hiçbir haber almadık. Oysa polis, beylik tabancasını çekerek etrafa şarjör boşaltabiliyor, Uğur Kurt’un ölümüne neden olabiliyor. Hükümet cephesinde sağduyulu, yatıştırıcı bir açıklama da yapılmıyor. 301 madencinin ölümünü “bu işin fıtratında var” diyerek tevekkülle karşılamamızı bekleyenler, polisler söz konusu olunca “bu işin fıtratında var” diyemiyorlar.
Meclis’te yapılmayan muhalefet, sokakta yapılıyor. Türkiye’de Gezi Direnişi’nden bu tarafa başlayan sokak olayları, Erdoğan’ın tercih ettiği yöntemlerle dindirilemiyor. Şiddet, şiddeti doğuruyor. Bilinçsizce kullanılan basınçlı kimyasal katkılı su, biber gazı yüzünden ölümler meydana geliyor. Polisin fütursuzca silahına davranıp cayır cayır mermi yakması, ölümlere neden oluyor. Artık olayların şiddetle bastırılamayacağının görülmesi gerekiyor.
Mesleğe 36 yıl önce foto muhabiri olarak, kan gölüne dönmüş bir Türkiye’yi fotoğraflayarak başladım. O gündür bu gündür kadrajımızda hep şiddet var, işkence var, ezilen insanlar var, köle gibi sömürülen işçiler var, öldürülen öğrenciler var, öldürülen meslektaşlarımız var, öldürülen aydınlarımız var. 36 yıldır kadrajımızda halka karşı şiddet uygulayanlar var, işkenceciler var, köle tacirleri ve onların işbirlikçileri var.
Toplum olarak yaşadıklarımızı düşündükçe, yaşayacaklarımız korkutuyor.
Soma katliamı
Şehit madencilere, AKP’nin mitingine katıldığı için “beter olsunlar” diyenler olabilir. Olay bu kadar basit değil. Yürekli madenciler, Soma katliamı sonrasında işsiz kalmayı, aç kalmayı, dahası devletin hışmına maruz kalabileceklerini bilerek, göz alarak kameraların karşısında, tartışma programlarında gerçekleri haykırıyorlar. AKP mitinglerine nasıl baskıyla götürüldüklerini “gitmezsen yevmiyeni kesiyorlar” diyerek aslında “suç duyurusunda” bulunuyor. AKP’ye oy vermeleri için maden sahibi tarafından kendilerine nasıl baskı yapıldığını cesaretle anlatıyorlar. Diğer partilerin mitinglerine gitmemeleri için işten atılmakla tehdit edildiklerini söylüyorlar.
“Soma’da taşeron sistemi yok” diyen Enerji Bakanı ya yalan söylüyor, ya da özrü kabahatinden büyük, taşeron sisteminin varlığından haberi yok! Üstelik öyle bir taşeron sistemi kurulmuş ve yıllardır tıkır tıkır yürüyor muş ki, ibretlik. Maden ocaklarının denetimi Enerji Bakanlığı ve Çalışma Bakanlığının sorumluluğundadır. Sorumlulukları, katliam sonrası İsmail Ağa Cemaati’nin din adamlarıyla Soma’ya çıkartma yapmakla sınırlı olmamalıdır. Soma madenlerinin bu bakanlıklar tarafından denetlendiği, hiçbir kusur bulunmadığı gibi tam tersine Enerji Bakanı Taner Yıldız tarafından taltif edildiği de ortadadır.
CHP, Soma’daki maden kazalarının araştırılması için yaklaşık 3 ay önce önerge vermiş, bu önerge AKP’li vekillerin oylarıyla reddedilmiştir. Önergeyi reddedenler, maden sektöründeki sorunları, kazaları görmezden gelmiş, Soma dâhil meydana gelecek kazalardan ve can kayıplarından sorumlulardır.
Erdoğan’ın “fıtratında var” sözleri, Türkiye’nin bu acımasız gerçeğini vurgulamaktadır. 12 yıldır “tek parti, tek adam” olarak bu ülkeyi yöneten birinin itirafıdır bu! İki dudağının arasından çıkan her sözün kanun olduğu bir siyasetçi, 12 yıldır özelleştirmenin dışında madenciler için kılını kıpırdatmamıştır, duyarsız kalmıştır. Ta ki 301 madenci daha hayatını yitirene kadar.
O insanların AKP’li olup olmadıkları, dindar mı dinsiz mi oldukları, mezhepleri, siyasetleri bizi hiç ilgilendirmiyor. Bizi, 2000’li yılların Türkiye’sinde madencilerin hâlâ insanlık dışı koşullarda, insanlık dışı ücretlerle köle gibi çalıştırılmaları ilgilendiriyor. Bizi, hükümetin bu kölelik düzenine göz yumması, dahası kanunsuz özelleştirmelerle madenleri yandaşlarına peşkeş çekmesi ilgilendiriyor.
12 yıl önceki Türkiye yok!
Evet, 12 yıl önceki Türkiye yok!
Bugün Türkiye demek, meydanlarında kendi halkını kurşunlayan polis devleti demek!
Bugün Türkiye demek, hırsızlıkları, yolsuzlukları ayyuka çıkmış Bakanların suçlarının örtbas edilmesi demek!
Bugün Türkiye demek, acılı madencilerin hükümet görevlilerince yerlerde tekmelenmesi demek!
Bugün Türkiye demek, bütün haksızlıklara, hırsızlıklara, işlediği savaş suçlarına rağmen sandıktan mağlup çıkmayı “başaran” muhalefet demek!
Köpeksiz köy bulduğunuzu zannedip değneksiz dolaşıyorsunuz.
Nereye kadar?
Sevgili dostum Celal Başlangıç’ın şu satırlarına katılmamak mümkün değil; “Bu ülkede demokratik hakkını kullanmanın bedeli çok ağırdır. Gözünüzün kaldığı “Diyarbakır’da demokratik hakların kullanımı’nın” bedelini söyleyeyim: Son 30 yılda 40 bin ölü, on binlerce yaralı, boşaltılan binlerce köy ve mezra, göç eden milyonlarca insan, binlerce faili meçhul, işkence, katliam… Kürtlerin gösterdiği cesarete sahipseniz, buyurun bedelini ödeyin, demokratik hakkınızı siz de kullanın… Bu ülkede demokratik hakkını kullanmanın bedeli biraz ağırdır!”