Eski askerim ya; sivil arkadaşlarım (bildiğimi sanarak) askeriyeye dair ne varsa soruyorlar. Deprem için de öyle. Maraş depremi sonrasında asker ilk iki gün ortalıkta görünmeyince, haklı bir öfke ve tepkiyle sordular:
– Komutan, sen bilirsin! Asker deprem bölgesine girmekte neden gecikti?
Ne yanıt vereyim? Benim askerliğim 41 yıl öncesinde üsteğmen rütbesinde kaldı, kalbim solda attığı için 12 Eylül faşizmi döneminde ilişiğimi kestiler. Nerden bileyim bugünkü depremde askerin ilk iki gün neden ortalıkta görünmediğini. Aklımda belleğimde kalan şey, askerlikte emirin demiri kestiği. Demek ki, emir veren olmadı, o yüzden asker ortalıkta görünmedi.
Böyle desem de sivil arkadaşlarım söylediğimi yeterli bulmuyorlar. Haklılar. Çünkü, geçmişteki felaketlerde asker birkaç saate kalmaz, bölgeye intikal ederdi. Gölcük merkezli 1999 depreminde böyle olmuştu; eksik fazla, ordu birkaç saat sonra sahadaydı. Seyyar fırınlar ve mutfaklar kuruluyor, askeri hastaneler helikopterlerle deprem bölgesine taşınıyordu.
Erzincan’ın maruz kaldığı 1992 depreminde askerin nasıl hareket ettiğine ilişkin o tarihte görevli olanların anlatımları da gazete sayfalarında televizyon ekranlarında paylaşılıyor. Deprem olur olmaz alarm verilmiş, asker tüm olanaklarıyla felaket bölgesine intikal etmiş…
***
Biliniyor ki, askerin elinde sivil kamu kurumlarının sahip olmadığı olanaklar var. İstihkam, muhabere, ordonat ve lojistik, levazım, ulaştırma vs. En önemlisi de eğitimli disiplinli personeliyle güvenliği sağlama kabiliyeti. Zaten dünyanın her ülkesinde askerin iki temel görevi vardır: Savaşta cephede düşmanla savaşmak ve ülkeyi korumak, barışta afetlere müdahale etmek.
Cephedeki savaşı bir kenara bırakalım. Asker afetlere nasıl müdahale eder, afet bölgesinde neler yapar? Sorunun yanıtı için asker olmaya gerek yok. Hiçbir şey yapamasa bile güvenliği sağlar. Ama askerin kabiliyeti bununla sınırlı değil. Sahip olduğu istihkam olanaklarıyla arama kurtarma çalışması yapar, hasarlı yolları köprüleri havaalanlarını onarır; levazım ve ordonat olanaklarıyla çadır kentler kurar, seyyar fırın ve mutfaklarla beslenme gereksinmesini karşılar, seyyar tuvaletler açar, sahra hastaneleri ile sağlık hizmeti verir, kara deniz ve hava ulaştırma araçlarıyla hem yardımların yerine ulaştırılmasını hem de felaketzedelerin intikalini sağlar… Bunlar kadar önemli olmak üzere sahada görünmesiyle moral kaynağı olur.
Benim görevde olduğum dönemde, ordunun bu gibi görevleri yerine getirmesi için resmi görev tanımı, yani doğal afetlerle mücadele eylem planı var mıydı, anımsamıyorum. Belki de vardı, rütbem düşük olduğu için var olup olmadığını bilmiyordum. 1980 yılında Çanakkale’de eğitim alayında teğmen rütbesiyle bölük komutanı idim; Çanakkale’nin Anadolu yakasında Kaz Dağları’nın başladığı mıntıkada çıkan orman yangınına müdahale ile görevlendirilmiştim. Orman yangını nasıl dehşetlidir, o gün deneyimledim. Asırlık çamlar nasıl bir anda kökten tepeye alevlere teslim oluyor, anlatamam. Alev alan kozalaklar mermi gibi onlarca metre öteye fırlıyor, yangını daha geniş bir alana yayıyor. O yıllarda yangın söndürme uçakları, itfaiye olanakları hak getire. Elimizdeki alet edevat yetersiz. Emrimdeki 300 dolayında askeri orman içi yollara dizdim, yolun öte yanına fırlayan kozalakların çıkardıkları yangınları söndürmekle görevlendirdim. Yangının yayılmasını önlemenin başka yolu kalmamıştı…
Dediğim gibi, o yıllarda askerin doğal afetlerle mücadele planı vardı ya da yoktu; bir felaket anında ordu ilk saatlerde felaket bölgesine intikal eder ve bu görevleri yerine getirmeye çalışırdı.
Gölcük 1999 depreminden sonra TSK bünyesinde doğal afetlere karşı mücadele eylem planı geliştirilmiş. Devre arkadaşlarım Doğal Afet Yardım Planı, kısa adıyla DAFYAR’ın hazırlanmasına katkıda bulunmuşlar. Kitap hacminde bir plan imiş. Hangi birlik, hangi yerleşim biriminden sorumlu olacak? Afet o birliğin sorumluluk bölgesinde ise dışarıdan hangi birlik takviye edecek? Bütün bunlar planlanmış. Mülki makamlar kendi bölgelerine gelecek birlikleri biliyorlar. Bu işin eğitimi yapılıyor vs…
***
UCUBE BAŞKANLIK SİSTEMİ DEVLETİ DE UCUBELEŞTİRMİŞ
DAFYAR Planı kitapta yazıldığıyla mı kaldı yoksa yürürlükten mi kaldırıldı? Her ne olduysa, Maraş merkezli depremler sonrasında asker ancak üçüncü gün sahada görünmeye başladı, o da güvenlikle sınırlı.
Oysa, askerin sahaya çağrılması için DAFYAR’a ya da bugünlerde çokça anımsatılan (2010 yılında kaldırılan) Emniyet Asayiş Yardımlaşma (EMASYA) Planı’na, olağanüstü hal ilanına gerek yoktu. Yürürlükteki 5442 sayılı İl İdaresi Yasası da askerin göreve çağrılmasına yeterli. Yasa’nın ilgili 11’inci maddesi, il genelinde çıkabilecek olaylarda valiyi askerden yardım istemekle yetkilendirmiş. Yasa valilere böyle bir yetki vermiş ama deprem felaketi sonrasında iki gün boyunca asker sahada yok. Vali bu yetkisini kullanıp askeri göreve çağırsaydı asker gelmez miydi? Demek ki, vali yetkisini kullanmamış, asker de emir almadığı için sahaya çıkmamış.
Sorun tam da burada, her şeyin her şeyden sorumlu tek adamın talimatına bağlandığı rejimde. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi her şeyi o kadar merkezileştirdi ki tepeden emir gelmeden kimse kendiliğinden harekete geçmiyor. Herhangi bir olayda bile ilgili bakan sözlerine, “Sayın Cumhurbaşkanımın talimatlarıyla…” diye söze başlıyor. İnisiyatif yok yani!
İnisiyatifsizliğin yanı sıra ehliyet ve liyakat sorunu da var. Sistemin görevlileri ehliyet, liyakat, deneyim ve uzmanlık yerine sadakate ve ilahiyata göre seçiliyorlar. Resmî kurumların hali ortada. Kurumlar, talimat almadan harekete geçemeyen vasıfsız ehliyetsiz liyakatsiz görevlilerle doldurulmuş. Güvenliğe ilişkin bir tek makale okumamış kişi İçişleri Bakanı. 15/16 Temmuz gecesi esir düşen kişi Milli Savunma Bakanı. Merkez Bankası, AFAD, TÜİK, YSK, mahkemeler, Kızılay… Resmî kurumları denetlemekle görevli Sayıştay…
Bu liyakatsizliği, inisiyatifsizliği, ataleti kendileri de biliyor. CB yardımcısı Fuat Oktay, sistemin işleyişindeki sorunun bürokrasiden kaynaklandığını tespit ettiklerini söylemişti: “Külliye metaforu var. Yani bir şef ya da daire başkanı kendi alanıyla ilgili inisiyatif almıyor ‘Külliye’ye soralım’ diyorlar. Beyefendi böyle istedi, böyle talimat verdi diyorlar. İnisiyatif almayan, almak istemeyen yöneticiler, bürokratlar var. Sorunun onlardan kaynaklı olduğunu gördük.” (11 Mart 2021; Aktaran Elif Çakır, Karar, 15 Şubat 2023.)
TSK de sistemdeki inisiyatifsizlikten, ehliyet ve liyakatsizlikten payına düşeni aldı. Otuz yıl boyunca, askeri okullar sınavlarında sorular önceden verilerek FG Cemaati’nden eleman devşirildi. AKP iktidarı yıllarında ordu, “darbecilik virüsünden arındırma” bahanesiyle asli görevinden arındırıldı; bu süreçte aşağılandıkça aşağılandı, doğal afetlerle mücadele görevi unutturuldu, hastaneleri okulları elinden alındı. Öyle olunca da en çok ihtiyaç duyulduğu anda sahada yok…
Bu felaketten çıkarılacak derslerden biri de, TSK’nin görevinin yeniden tanımlanmasıdır. TSK, dış düşmana karşı yurdu savunmaya memur edildiği kadar, doğal afetlere karşı mücadele ile de açıkça yükümlü olmalı; DAFYAR Planı güncellenmeli ve Teşkilat Malzeme Kadro’su buna göre yeniden yapılandırılmalıdır. Bu çerçevede TSK’nin sağlık ordusu yeniden kurulmalı, doğal afetlerle mücadele edecek birlikler oluşturulmalı ve her an görev alacak şekilde hazır kılınmalıdır.
Ve elbette savaş tatbikatları gibi doğal afetlerle mücadele tatbikatları da ihmal edilmemelidir.
Bu söylediklerim, bir önceki yazıda vurguladığım (ancak devrimle mümkün olabilecek) zihniyet değişikliğiyle birlikte düşünülmelidir. Yoksa, değişen yine sadece kişiler olur, nasıl geldiyse öyle gider!