Az bulunan her şey kıymetli olur. Ülkemizde gıda güvenliği konusunda çaba gösteren ve standartlara uyan işletme sayısı o kadar az ki, onları örnek göstermek ve sayılarının artmasına çalışmak da vatandaşlık görevi oluyor.
6 Haziran ‘Dünya Gıda Güvenliği Günü’ idi ve konuya dikkat çeken marka yine Reis Gıda oldu. Şirket, 1995 yılından beri gerçekleştirdiği kurumsal sosyal sorumluluk projeleri ile T.C. Tarım ve Orman Bakanlığı, Türkiye Gıda Sanayi İşverenleri Sendikası (TÜGİS), Sürdürülebilirlik Akademisi ve Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) tarafından 2018 yılında ‘Dünya Gıda Günü Ödülü’ne layık görülmüştü. Bu markanın yıllarca toptan müşterisi, şimdi ise tüketicisi olduğum için yakından takip ettiğimi söyleyebilirim.
Bakliyat kategorisi hiç dışardan göründüğü gibi değildir. Yöreye, kalibraja, teknoloji destekli işletme şartlarına ve standartlara uyum sağlayabilecek kafa yapısına göre fiyatı değişir. İki fasulyeyi yan yana koyup; standartlarını onaylatmadan fiyat kıyaslaması yapamazsınız. Pirinç için de nohut için de böyledir. Ambalaj üzerinde ve kurumsal sitede bu sınıflandırma detayları doğru gösterilmişse; pişirme esnasında tencerede ilk test sonucu alınır, sofrada da kesin notu verilir.
Reis Gıda’nın gıda güvenliğine ve kalite kontrol süreçlerine neden bu kadar önem verdiği ve de neden sıkı denetimleri savunduğu gayet açıktır. Bu istek bütün gıda kategorilerinde, az sayıdaki iş disiplinine sahip bütün markaların talebidir. Zira madalyonun diğer yüzünde de; bırakınız gıda güvenliğini, taklit tağşiş listelerinin yayınlanmasını bile istemeyen marka sayısı da hiç az değildir.
Reis Gıda, şirket çalışanlarını gıda güvenliği ve izlenebilirlik konusunda sürekli olarak kendilerini geliştirebilmeleri için BRC (British Retail Consortium) eğitimlerine gönderiyor. Bu şekilde; iş güvenliği, hijyen, risk analizi ve güncel gıda standartları hakkında bilgi ve becerilerin artırılmasına destek oluyor. Ancak sadece tedarikçinin bu çabası yetmiyor!
Bu ürünü rafa koyacak olan perakendecilerin de kalite kontrol ve satınalma birimleri aynı eğitimden geçmeli ki sapla saman ayrımı rafa olumlu yansıyabilsin. Ayrıca bazı zayıf halkalar elensinler ki hak edenler artan motivasyonla yola devam edebilsinler. Yani standartların dışına çıkan, yöreyi yanlış beyan eden, kalibrajı karışık hale getirenler cezayı ödemek zorunda kalmalılar ki, gıda güvenliği de sözde kalmamış olsun!
Ekonomik kriz dönemlerinde ucuz ürünlere talebin artması gıda güvenliğini gözden düşürüyor. Neticede, alım gücü düştükçe gıda güvenliği önceliği kaybetmeye, en kısa yoldan yeterli gıdaya ulaştıracak gıda güvencesi ise ilk sırayı almaya başlıyor. Bu şekliyle de gıda güvencesi, sadece gıdaya erişim hususunu dikkate alan bir kavram gibi görülüyor. Oysa FAO buna, “halkın sağlıklı beslenebilmesi için yeterli, güvenli ve besleyici gıdaya ulaşabilmesi” şeklinde geniş bir alan çiziyor (Koç, 2013:178).
Yani gıda güvenliği yetersiz kalmışsa gıda güvencesi de boşa düşmüş oluyor.
Peki uygulamada böyle midir?
Yani tüketicinin ulaştığı bütün gıda ürünleri ‘Gıda güvenliği sağlanmış ürünler’ midir? İşte üzerinde durulması gerek kısmı burasıdır…
Servet ve gelir dağılımındaki adaletsizlikler milyonlarca insanı açlıkla karşı karşıya bırakmaktadır. İstatistiklere de daha çok bu kesime ait rakamlar yansımaktadır. Peki karnı doyan ama sağlıksız beslenenleri nereye koyacağız?
Bu sorunun cevabını 16 Ekim 2022 ‘Dünya Gıda Günü’nde FAO vermişti: “Dünyada yaklaşık 828 milyon insan açlıkla karşı karşıyadır. Ancak dünya nüfusunun da sadece yaklaşık yüzde 40’ına denk gelen 3,1 milyar insan sağlıklı beslenebiliyor” açıklaması yaparak…
Dünya nüfusu 7,9 milyar olduğuna göre; 7,9 – 3,1 = 4,8 milyar kişi yeterli ve güvenilir gıdaya erişim hakkı talep etmektedir.
Ülkemize dönecek olursak;
Birleşmiş Milletler verilerine göre, Türkiye’de yaklaşık 15 milyon kişi (yüzde 18) yeterli gıda tüketemiyor. Ancak sağlıklı gıda tüketemeyenlerin büyük kısmı da bu rakamın içinde yer almıyor. İstatistiklere yansımaması; pazarda, bakkalda, markette satılan ürünlerin tamamının sağlıklı gıda olduğu varsayımına dayanıyor. Oysa resmî kurumların denetim sonuçları tam tersini söylüyor…
Ülkemizde gıda güvenliği konusunda yetkili kurum, Tarım ve Orman Bakanlığı’na bağlı faaliyet gösteren Gıda ve Kontrol Genel Müdürlüğü’dür. Üretim, satış ve toplu tüketim yerlerinde yapılan düzenli denetimleri biliyoruz. Olumsuz denetim sonuçları için idari para cezası uygulandığını ve savcılığa suç duyurusunda bulunulduğunu da duyuyoruz. Ancak yıllardır uygulanan taklit ve tağşiş yapan işletmelerin belli aralıklarla kamuoyuna açıklanması uygulaması 15,5 aydır (1 Mart 2022 tarihinden beri) yerine getirilmiyor. Bu önemli bir eksikliktir ve diğer cezaların bu duyuru kadar caydırıcı olamayacağı ise çok açıktır…
Sonuç olarak; FAO tarafından gıda güvenliğinin küresel genişlikte belirlenen dört temel prensibi iyi anlaşılmalıdır (Paçacı,2019:24).
Sağlanabilirlik prensibi; ülke düzeyinde ve küresel çapta herkese yetebilecek düzeyde gıdanın sağlanabilir olması anlamına geliyor. Erişilebilirlik prensibi; her kişinin fiziksel ve ekonomik olarak gıdaya eşit şekilde erişebilmesini ifade ediyor. Yani gıdaya ulaşılabilecek piyasa koşulları ile fiyat ve gelir düzeylerinin uyumunu esas alan devlet politikalarının altı çiziliyor. Kabul edilebilirlik prensibi; insan onuruna uygun, sağlıklı, temiz, güvenilir ve tüketici haklarını riske atmayan gıdaların sağlanmasıdır. Yeterlilik prensibi; besleyici özelliğe sahip, çevresel açıdan da sürekliliği olabilecek şartlarda üretimi yapılan gıdaya erişilebilmesidir.
İşte ayrıntısı bu kadar fazla olan denetimlerden istenen sonucun alınabilmesi için; Tarım ve Orman Bakanlığı faaliyetlerine, Sağlık Bakanlığı ekiplerinin de iştirak etmesinin gerekli olduğuna inanıyorum.