Bu akşam bir film izledik, dostlarla birlikte. “12 Eylül Adaleti” üçlemesinden “Cezaevleri”. Birlikte izlediğimiz arkadaşların hemen hepsi, 12 Eylül adaletinden paylarına düşeni almışlardı, gerek içeride, gerek dışarıda. Başta Cahit Akçam, bütün emek verenleri kutluyorum, tarihe bir not daha düştükleri için. Sevgili Sırrı Süreyya’nın sözleri, sonuç itibariyle çok önemli. Diyor ki, “Başarabildiler mi? İçerdekilerin üzerinde başaramadılar. Ama ya dışarıdakiler? Yüzde yüz başardılar”. Cahit Akçam’ın dediği gibi, içeridekilere yapılan işkencelerin, eziyetlerin asıl amacı, dışarıdakilere gözdağı vermekti zaten. Bu açıdan bakınca, Sırrı Süreyya’ya hak vermemek mümkün değil. Dışarıdakilerin üzerinde yüzde yüz başarılı oldular!
31 yıl sonra geldiğimiz yer, olan biten hukuksuzluklara, insan hakları ihlallerine, düşünce özgürlüğüne, basın özgürlüğüne, toplumun haber alma hakkına vurulan darbelere karşın toplumun geniş kesimlerinin korkuyla nasıl suskun kaldığını görüyor musunuz? Anayasal haklar yok sayılıyor, düşünce özgürlüğü, basın özgürlüğü, en temel insan hakları ayaklar altına alınıyor, insanların gıkı çıkmıyor. Gazetecilere Özgürlük Platformu’nun düzenlediği 3-5 bin gazeteci, yürüyoruz, hep birlikte “Özgürlük, hemen şimdi” diye haykırıyoruz, hem de asla bir araya gelemeyecek fikir ayrılıkları olan meslektaşlarımızla birlikte, çok sınırlı kalıyor halkın desteği. Oysa “Özgürlük” diye bağırırken talep ettiğimiz, kendisinin haber alma hakkı aslında.
İnsanlar korku içinde, aynı darbe günlerindeki gibi. O zaman “Mamak” vardı, “5 No.lu cezaevi” vardı, “Metris” vardı… Bugün Silivri var! Ama son gazeteci tutuklamaları, tam anlamıyla bütün hukuksuzluklara tam deyimiyle tüy dikmek! Hele Ahmet Şık’ın yazmakta olduğu “İmamın Ordusu” kitabının yok edilmeye çalışılması yok mu? “Yok edilmeye çalışılması” diyorum, çünkü o kitap hâlâ Ahmet’in kafasında! 3-5 bilgisayardaki kopyasını silerek bir kitabı yok etmeye kolluk kuvvetlerinin gücü yetmez! Bir tuşa basarak o kitabı yok ettiklerini zannedenler, “seni de alırız ha!” diye Ahmet’in avukatı Fikret İlkiz’i bile tehdit edenler, hayatlarında olsa olsa tek bir kitap okumuşlardır, onun da kaynakçası yoktur! Ahmet Şık “İmamın ordusu” kitabını yazarken kaç kitap devirdi, kaç kişiyle konuştu, kaç tanıkla bağlantı kurdu, kaç belgeye ulaştı, yazdıklarını Ertuğrul Mavioğlu’nun dışında kaç kişiyle paylaştı bilmiyorum. Bildiğim bir şey var, o projeyi yok etmek, “hiç yazılmamış” olmasını sağlamak, artık kimsenin harcı değil. Ahmet’in bilgisayarındaki orijinal dosyayı silmek, Ertuğrul Mavioğlu’nun bilgisayarındaki kopyayı kazıyıp atmak, yayınevinin CD’lerine, bilgisayarlarına el koymak yetmez. Ahmet’in “İmamın Ordusu”nu yazarken başvurduğu, konuştuğu kim varsa “almak”, yararlandığı bütün kaynakları da yok etmek gerekiyor. Biraz uzun, biraz zor, biraz meşakkatli bir iş yani! Öyle ya da böyle, bugün olmazsa yarın, bir şekilde o kitabı okuyacağımızdan hiç kuşkum yok.
Yakında yine yürüyeceğiz, öyle gözüküyor! Şu 73 milyonun içinde 3-5 bin kişiyiz “Özgürlük, hemen şimdi” diye haykıran. Ama her zaman nicelik değil, biraz da nitelik önemli olan!
73 milyonun içinde, 3-5 bin kişilik “uçsuz bucaksız” bir azınlığız biz!