Beden eğitimi dersini yaptığımız spor salonunda yazardı: “sağlam kafa, sağlam vücutta bulunur”. Üç tarafı denizlerle çevrili olan yarımadada yüzme öğrenemeden mezun olduk bir çoğumuz liselerden. Sağlam kafa, sağlam vücutta bulunurdu da, yüzme öğrenmek için havuz gerekirdi, hem de mayo giymek hatun kişiler için devlet lisesinde caiz değildi. Devlet lisesi beden eğitimi dersinde uygun adım yürümeyi öğretirdi ki, gençler ip gibi yürüsünler bir çizgide. 19 Mayıs törenlerinde etek boyları konuşulurdu kızların. 19 Mayıs Stadyumundan yapılan canlı yayınlarda gençlerin ellerindeki renkli kartonları kaldırarak oluşturdukları büyük resimler vardı bir de. O gencecik bedenler bir renkli kartonla büyük resmin parçası oluverirlerdi, kendileri göremeseler de. Zonguldak’taki madencinin resmedildiği tablo hep çok büyük alkış alırdı. Yerin altında bir parça kömür için can verenleri hep saygıyla andı bu halk. Kara elmasın karaya boyadığı o yüzleri sevdiğine sözü olan bir gelinlik kız gibi büyük resminde hep başköşeye oturttu. Kalpten kalbe giden o görünmez yolların ihalesiyle zenginleşti.
Yerin yüzlerce metre altında sızan suyun tadına bakarak anlamaya çalıştı mühendis. Nereden geliyordu bu değirmenin suyu? Deniz görmemiş, İstanbul’da yaşasa da denizi göremeyecek çocuklarını mecburen attılar anaları denize. Bir şehirli telaşıyla “aman hayatı öğrensinler şekerim” diye değil, ekmek parası kazansınlar diye. Yüzme de bilmezlerdi ya, ne yaptılar suyun altında?
Boğulmak üzere olan biri “Amentü billahi!” derse Allah yardım eder derdi dedem. Musa’nın meşhur kıssasından alınması gereken hisse buydu ona göre. En günahsızımız bir gün açacak da o Kızıldeniz’i asasıyla, son anda iman eder gibi yaptığınız o büyük gerçek boğacak sizi. O gencecik bedenler şimdi hangi büyük resmin parçası olduğunun farkında artık. Desandrede son 100 metredeyiz. Elele nefesliğe çıkılacak, Amentünüzün “billahi!”siz kalacağı gün yakındır. Bir sabah anne, bir sabah…