En güvendiğimiz turizm sektörü ile ona bağlı alışveriş ve yiyecek kategorisine ait şikâyetler artmaya başlayınca o tarafa da odaklanmak şart oldu. Araştırınca; yeme içmeden giyime, ayakkabıdan konaklamaya kadar AB ortalamasını bile geride bırakan fiyatları görmeye başladık.
Rus Moskovski Komsomolets gazetesi, Rus turistlerin Türkiye’deki fiyatların önemli ölçüde artmasından şikâyetçi olduğunu bildirdiği haberinde; fiyatların neredeyse iki katına çıktığını, Antalya’da geleneksel bir tatilin Ruslar için karşılanamaz hale geldiğini belirtti. Aynı gazete, daha önce popüler olan alışveriş turizminin de artık Ruslar için pahalı bir zevk haline geldiğini vurguladı. Türk lirasındaki değer kaybının bile artık geçmişte olduğu kadar Rus turist için avantajlı olmadığını yazdı.
Mevcut durumu önce Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’dan dinleyelim. Sayın Bakan, “Kişi başı gecelik gelirimiz 62 dolara düşmüş iken, şu anda 100 dolarları görmeye başladı” dedi. “Yüksek gelir grubuna hitabeden otellerde doluluk oranları ilk 6 ayda beklentilerin altında gerçekleşti” diye devam etti. “2022’nin ilk 6 ayında 10,5 gece olan ortalama kalış süresi bu yılın aynı bölümünde 9,9 geceye geriledi” diye de bitirdi. Evet yabancı turist sayısında ilk 6 ayda yüzde 19,88 artış oldu ama geceleme sayısındaki azalma ile fiyatlardaki artışın iyi işaretler vermediği ve seneye turistin tercihini olumsuz etkileyeceği de belli oldu. Kaldı ki bir başka derdimiz de yerli turistin yabancı lokasyonlara yönelmesidir. Turizm gelirine bakıp, giderine bakmazsak olmaz. 2023 yılının ikinci çeyreğinde yurtdışını ziyaret eden vatandaş sayısı bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 72,7 artarak 2 milyon 877 bin 450 kişi olmuştur. Bu kişilerin harcamalarından oluşan turizm gideri de geçen yılın aynı çeyreğine göre yüzde 67 artarak 1 milyar 766 milyon 639 bin dolara çıkmıştır. Yani sorun çift taraflıdır; hem yabancı turist hem de yerli turist ülkemizden kaçma eğilimindedir ve her ikisi için de sebep yüksek fiyatlardır.
Birleşmiş Markalar Derneği (BMD) Başkanı Sinan Öncel, turist alışverişinde geçen yıla göre düşüş gözlemlediklerini söyledi. Düşüşün sebebinin, fiyat kaynaklı olduğunu dile getiren Öncel, “Yurt dışında özellikle AB fiyatlarına bakıldığında alışveriş turizminde cazibemizi kaybediyoruz. Restoran ve oteller başta olmak üzere yüksek fiyat artışları söz konusudur. Rakiplerimiz bizden çok daha ucuz hale geldi. İthal ve lüks markalarda bile artık vergilerin de etkisiyle daha pahalı kalıyoruz” diye konuştu.
Türkiye Seyahat Acentaları Birliği (TÜRSAB) Başkanı Firuz Bağlıkaya dedi ki; “Döviz kurundaki artışa rağmen Şarm El-Şeyh, Budva gibi vizesiz seyahat edilen destinasyonlar fiyat açısından vatandaşlarımıza daha avantajlı geliyor. İç pazarda fiyatlar eğer makul seviyelere inerse daha çok vatandaşımız yurt içinde tatile çıkma imkânı yakalar.”
Türkiye’nin pahalı hale geldiğini belirten meslek temsilcileri ve yabancı söylemlerine rağmen bunlarla paralellik göstermeyen görüşlere de rastlıyoruz…
Tüm Restoranlar ve Turizmciler Derneği Başkanı Ramazan Bingöl, bu yükselen fiyatları “olması gereken seviye” şeklinde tanımlıyor…
“Yurtdışında iyi bir yerde 100 dolardan aşağı yemek yiyemezsiniz. Burada alışmışlar 10-20 dolara yemek yemeğe. Artık o iş bitti. Hem yerli hem de yabancı için bitti aslında. Bize nitelikli turist lazım. Bu işin hamallığını artık yapmak istemiyoruz” diyor Sayın Bingöl…
Şaşırdığımı söylemeliyim. Zira müşteri yapısını dikkate almayan bir ‘fiyat oluşumu’ düşüncesi Türk turizmine katkı yapmaz. Elbette lüks ve pahalı mekanlarımız da olabilir ama sayıları hedef kitle ile sınırlı kalmalıdır. Ancak bunu genel hale getirirseniz, bilhassa Rus ve Alman turisti daha doğal ortamı ve daha uygun fiyatları bulduğu komşuya ellerinizle teslim edersiniz. Bunun için öncelikle Yunan adalarına geçip; yeme içme kalitesinin ve içki dahil fiyatların kıyaslanması iyi olur.
Ayrıca kendi vatandaşımızdan bile sadece karın doyurmak için 2500-3000 TL kişi başı hesap ödemesini istemenin de rakamsal neticesini yukarda gördük.
Oysa maliyetle satış fiyatı arasındaki irtibatı kopartmak yerine, fırsatçı yaklaşımları engelleyecek bir örgütlenme daha isabetli olurdu. Ayrıca Türkiye’de alkole uygulanan yüksek verginin düşürülmesi gündemde tutulabilirdi. Üstelik bir ülkeye gelen turistlerin tamamını nitelikli sayamayız. Bize gelenlerin çoğunluğu Avrupalı orta gelir grubuna ait turistlerdir.
Elbette Rus oligarkların ve Arap şeyhlerinin ultralüks megayatları ile geldikleri yörelerimiz de vardır. Gelen turist sayısının içinde küçük bir azınlık olduklarını rakamlar söylüyor. Dolayısıyla Bodrum ve Çeşme tarifesi, Antalya, Alanya, Ayvalık ve Kuşadası’nda uygulanırsa ne sonuç alınacağı belli değil mi ?
Yunan adalarında da Santorini ve Mikonos gibi görece pahalı lokasyonlar var ama yine de fiyatta hiç gözünü çıkartmıyorlar. Orta gelir grubunun uğradığı lokasyonlarda ise oldukça makul fiyatlar sunuyorlar. Elbette doluluk oranında da karşılığını alıyorlar. Fark sadece doğal ortam ve uygun fiyat da değildir. Koyları kapatmak, kıyıya iskele kurup işletmek, otopark mafyası gibi girişimlere göz yummak söz konusu bile değildir. Kıyı şeridi tamamen halka açık olup, sadece 2-3 euro civarında şezlong kirası vardır ve o da isteğe bağlıdır.
Sonuç olarak; bel bağladığımız turizm sektörünün ayakta kalmasını istiyorsak, rakip ülkeleri iyi izlemeliyiz. Yoksa bu yıl iyice artan fiyatlar nedeniyle, ekim ayında yapılacak 2024 anlaşmaları ile birlikte Avrupalı turistin yönünü rakiplere çevirme riski vardır. Özellikle de daha ucuz olan Mısır, Karadağ, Yunanistan ve hatta İspanya’ya…
Turizm bölgelerimizdeki çam ormanlarımızın ranta kurban edilerek hızlı betonlaşma aşamasına geçilmesi de fiyat kadar önemlidir. Bu gelişme uzun vadede yeşilini koruyan (yangınlar hariç) komşumuz Yunanistan’ın ekmeğine yağ sürecektir. Bizden taze bir örnekle bitireyim. Türk siyasi tarihinde simgesel öneme sahip yemyeşil Yassıada’nın imar izinleriyle nasıl beton bir adaya dönüştüğüne bakıp özeleştiri yaparsak ve Ege’deki yüzlerce adayla da kıyaslayarak yabancı turistle empati kurarsak; turizmdeki yol haritamızı belirlemede belki faydası olur…