Türkiye ekonomisi, 2017 yılında yüzde 7,4 büyüme kaydetti. Bu tatmin edici bir orandır ama hem büyümenin kalitesi, hem de sürdürülebilirliği sorgulanmalıdır.
Biz de bunu yapalım.
Hane halkı tüketimi yüzde 6,1 büyürken, yatırımlar yüzde 7,3 büyümüş. Hane halkı tüketiminin bu oranda büyümesi perakendeci-tedarikçi kanadında daha rahat fiyat artışıyla sonuçlanabilir ve enflasyonu tetikler.
Yatırımlar incelendiğinde; inşaatın yüzde 12, makine ve teçhizat yatırımlarının yüzde 0,6 arttığı görülüyor. Makine ve teçhizatın olmadığı yatırım olumsuz bir gelişmedir. Elbette yol, köprü, liman, fabrika, baraj gibi inşaat yatırımlarına da ihtiyaç vardır. Ancak konut veya AVM yatırımı ile üretken kapasiteyi artıramazsınız. Makine ve teçhizat yatırımları ise gelecek dönemlerin üretim kapasitesi için temel oluşturur.
Yine de bu olumlu tablo, ulusal para cinsinden hesap yapılınca ortaya çıkıyor. Dolara çevirince ise GSYH geriliyor. 2017’de toplam milli gelir 851 milyar dolar olarak hesaplandı. 2016’da bu rakam 862 milyar dolardı. Kişi başı gelire bakınca; 10 yıl önceki seviyenin altındayız. 2008 yılında 10.931 dolar, 2016 yılında 10.883 dolar olan kişi başı gelir, 2017 yılında 10.597 dolara düşmüştür. Üstelik nüfusumuz 80 milyon 313 bin kişi olarak dikkate alındığında…
Bu nüfusa 4 milyon mülteci dâhil mi? Hayır.
Bu ülkede yiyen içen ve çalışan bu kadar insan yok sayılabilir mi?
Hesaba dahil olmaları durumunda kişi başı gelirimiz daha da düşer.
Önce kendimize bazı sorular soralım.
Eğer bu oranda büyüdüysek sokaktaki vatandaş, dükkânındaki esnaf bunu neden fark edemiyor acaba?
İşsizlik oranı neden azalmıyor?
Kapanan şirket sayısı neden artıyor?
Cari açık neden azalmıyor?
Dış ticaret açığı neden devamlı artıyor?
Borçlanma neden devamlı artıyor?
Bütçe açığındaki bozulma neden hızlanıyor?
Yüksek enflasyonla neden baş edilemiyor?
Döviz kuru neden yerinde durmuyor?
Gelir dağılımındaki bozulma neden engellenemiyor?
İşte bu konular “dünya rekoru” diyenleri en çok zorlayan sorulardır.
Cevaplar da, büyümenin tüketerek ve borçlanarak gerçekleştiği sonucuna götürüyor.
Neticede rekor büyümeye sahibiz ama rekor enflasyona da sahibiz. Bize en yakın ekonomi olan Meksika’nın enflasyon oranı yüzde 5,9 dur. Dolayısıyla ilk rekoru görüp, ikincisini yok farz etmek bizi doğru sonuca götürmez.
Sonra yüzde 10,9 oranıyla işsizlik geçen yıl ile aynı seviyede kalmış. Rekor büyüme bu derdi de çözememiş.
Daha da önemlisi; borçla finanse edilen büyümenin sonucu kırılgan ekonomi…
O yüzden küresel pencereden bakanlar için ‘kırılgan beşli’nin tek istikrarlı ülkesi biz olmuşuz!
Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu S&P Global Ratings, Kasım 2017’de yayınladığı “Yeni Kırılgan Beş” raporunda; Türkiye, Arjantin, Pakistan, Mısır ve Katar’a yer verdi.
S&P bu ülkeleri, “global finansal şartlar sıkılaştığında en fazla risk altında kalabilecek ülkeler” olarak açıkladı.
Bu kuruluşun 2013’te açıkladığı ilk ‘kırılgan beşli’ raporunda Türkiye, Brezilya, Hindistan, Endonezya ve Güney Afrika yer almıştı. Görüldüğü gibi her iki raporda da yer alan tek ülke Türkiye’dir.
2018 yılında Türkiye’nin kamu ve özel sektör olarak ihtiyaç duyduğu dış kaynak tutarı 210 milyar dolardır. Bunun içinde 47,1 milyar dolarlık cari açık da vardır.
FED 2017’de üç defa faiz artırımına gitti. 2018’de de 3 faiz artırımı daha bekleniyor.
Bu ne demek?
Düşük faiz umutlarının azalması, dış kaynak maliyetinin artması demektir.
Görüldüğü gibi tek başına büyüme ekonomiyi düze çıkartmıyor. ‘Borç yiğidin kamçısıdır’ demenin de bir sınırı vardır. Eğer o sınır aşıldıysa ve bu ihtiyacınızı bilenler de etrafınızı sardıysa, sıkıntılı bir durumun olmadığını kimse söyleyemez.
Şirketler açısından bir önemli sonuç da; 2017 yılında kapanan şirket sayısının geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 22,46 artarak 13 bin 517 olmasıdır (TOBB).
Bu da konunun önemi açısından iyi izlenmesi gereken sonuçlardan biridir.