Başlıktaki ifadeyi özellikle kullandım. Zira yaşanan bu durumu anlaşılır kılmak o kadar kolay olmayabilirdi. Ağustos ayında endeks değeri 68’e düşmüştür. Gerçi 99 olsa bile tüketici güveni yoktur ama bu değer güvensizlikteki irtifa kaybının da ölçüsü oluyor.
Bazı medya kuruluşlarının, endeks 2 puan yükseldiğinde “tüketici güveni 2 puan arttı” şeklinde yorumda bulunmaları temelden yanlıştır. Eğer bilgisizlikten kaynaklanmıyorsa niyetten kaynaklandığı çok bellidir. Nitekim bugün için de “tüketici güveni 12 puan azaldı” ifadesi aynı derecede yanlıştır. Zira çok uzun zamandan beri tüketici güveni yok ki azalsın veya artsın. Bunun için sadece “Tüketici Güven Endeksi’ndeki değişiklik” doğru ifade olabilir. Veya ‘kötümserliğin azalması ya da artması’ söz konusu olur.
Çünkü;
Endeks 0-200 aralığında değer alır. 100’den küçük olması kötümser durumu, 100’den büyük olması iyimser durumu gösterir. Önemli bir hatırlatma da; iyimserlik sınırı olan 100 puan üzerindeki TGE’yi en son Nisan 2006’da (100,7) görmüş olmamızdır.
Bu sene seçimlerin yapıldığı Mayıs ayında 91,1 olan endeks kötümserliği (güvensizliği) ifade ederken; Haziran ayında 85,1’e, Temmuz’da 80,1’e ve en son da Ağustos ayında 68’e düşmesi çöküşü ifade etmektedir.
Endeksteki bu çöküşün önemli sebepleri; seçim ekonomisinin sona ermesi, negatif reel faiz, kurlardaki artış (TL’deki değer kaybı), dolaylı vergilerin artması ve krediye ulaşmanın zorlaşmasıdır.
Alt endekslerdeki en şiddetli bozulma; ‘gelecek 12 aylık genel ekonomik durum beklenti endeksi’nde yüzde 23,2, ‘gelecek 12 aylık maddi durum beklentisi endeksi’nde yüzde 19,6 oranlarındaki gerileme ile gerçekleşmiştir.
Tüketici piyasayı okumada ustalaşmıştır. Zira olayı yaşayan, sıkıntıyı çeken bizzat kendisidir. Bu arada çevrede değişik amaçlarla bu görüntü ile paralellik göstermeyen görüşler de vardır. TGE’ye yön verdiği için üzerinde durulmalıdır.
Televizyonda, isminin önünde akademik unvan bulunan bir yorumcudan, “politika faizinin mevduat sahibini ve kredi müşterisini ilgilendirmediği” görüşünü duyunca şaşırdım kaldım. Oysa MB’nin bankalara verdiği kısa vadeli borcun düşük oranlı faizi, negatif reel faizin ana sebebidir. Zira bunu MB, ticari bankaları daha fazla kredi vermeye teşvik amacıyla yapar. Peki krediyi görece düşük faizle veren bankalar mevduat sahibine bundan bağımsız olarak yüksek faiz verebilirler mi? Elbette hayır…
Zira kredi faizini artıramayan bankalar mevduat faizini de artıramazlar.
Kaldı ki özel bankalar zararına negatif faizle kredi vermek istemezler ve bugün olduğu gibi kredi piyasası durgunlaşır. Mevduat sahibi için ise faiz hâlâ dünyanın en negatif düzeyinde olduğu için TL’den kaçış hep aklın bir köşesinde kalır. Dolayısıyla bankalar mevduata yüzde 50’ye kadar faiz vermezlerse ‘Kur Korumalı Mevduat’dan TL’ye geçişi sağlayamazlar. Eğer bu oranı mevduata verirlerse kâr edebilmeleri için yüzde 55 ve üzerinde de kredi faizi uygulamaları gerekir. Neticede dolaylı da olsa banka müşterilerinin politika faizinden etkilendikleri ortadadır. Nitekim Ağustos ayında yüzde 17,5’dan yüzde 25’e yükseltilen politika faizine rağmen reel faiz oranı hâlâ eksi yüzde 30’lar düzeyindedir. Bu şartlarda ne enflasyon sorunu çözülür ne de ilk anda büyük dalgalanma gösteren kurlarda kalıcı istikrar sağlanabilir. Tüketici Güven Endeksi’nin çöküşünde, bu iktisat bilimine aykırı politikaların (değişmeye başlamasına rağmen) etkisi de büyüktür. İyi gelişmeler vardır ama bugün için hâlâ yetersiz kalmaktadır.
Her ayın ilk günlerinde TÜİK tarafından açıklanan TÜFE, enflasyonun tüketiciye yansıyan resmidir. Gelecek dönemde yapılacak tüketim harcamalarının belirleyicisi olan ve TGE’yi etkileyen de bu resmî enflasyon oranıdır. Oysa ülkemizde başka kurumlar tarafından çıkarılan daha yüksek oranlı enflasyon sonuçları da (İTO, ENAG) vardır. Tüketici güvenini olumsuz etkileyen bir neden de aralarındaki büyük farklardır.
Emekli maaşlarında yapılan düzenlemenin enflasyon oranının çok altında kalması ve üstelik dolaylı vergiden de aynı kesime ilave yük binmesi endeksi bozmuştur. Yaptığı tesir emekli sayısının kat be kat üstündedir. Zira ailesinde veya yakın çevresinde emekli bulunmayan tüketici sayısı çok azdır. Üstelik geçinemeyen emekli yakınına maddi destek sağlamak zorunda kalan da milyonlarca insan vardır.
Sonuç olarak; Tüketici Güven Endeksi, aynı zamanda öncü bir ekonomik göstergedir. Zira bu endeks tüketicilerin tüketim kararlarında etkili olmaktadır. Dolayısıyla gayri safi yurt içi hasılayı da kişi başına düşen millî geliri de etkilemesi kaçınılmazdır. Zira endeksteki bu güvensizliğin seviyesi; yatırımcıların, üreticilerin, perakendecilerin, bankaların ve hükümetin alacakları kararlara da doğal olarak tesir eder. Ancak uygulamada pek dikkate alındığı söylenemez.
Nerden mi anlıyoruz?
Yapılan araştırmalar dolaylı vergilerde meydana gelecek artışın endeks değerini azalttığı, dolaysız vergilerde meydana gelecek artışın ise artırıcı etki yaptığını açıklıyor. (Kaynak: Tuba Gezer- Güner Tuncer)
Ekonomik büyümenin yavaşladığı durumlarda yatırımcıların harcama eğilimlerinin düşmesi kaçınılmazdır. Buna karşı aksiyon alınması gerekmez mi?
Kaldı ki; tüketici güveninin artırılması, siyasal iktidarların maliye politikalarında yer alması gereken ana unsurdur.