Genel seçimler öncesinde kendisini “seçilecek aday” konusunda uyaranlar ve önüne anketleri koyup 4. sırada olduğunu gösterenler netice alamadı.
Bu konudaki düşüncelerimi seçimden sonra “Risk alan bedelini öder” başlıklı yazımda açıklamıştım.
Her seçimden sonra olduğu gibi 24 Mayıs akşamı da öğrendik ki; ana muhalefet partisini yönetenler 192 bin sandıkta organize olamamışlar ve seçmenlerinin oyuna sahip çıkamamışlar. Liderin ne yapması beklenir?
Hep rakipte aradığı liyakati önce kendi partisinde sorgular ve başta kendisi olmak üzere o koltukların tamamının boşalmasını sağlar değil mi?
Ancak görüyoruz ki; yine değişim yerine kendisini tekrar başkan seçtirecek şartları oluşturmaya çalışıyor. Çipras örneği bile hiç etkilememiş görünüyor ve “yenilen pehlivan güreşe doymaz” kararlığıyla yoluna devam etmek istiyor.
Peki çevresi ne yapıyor?
Lideri sadece gaza getiriyorlar. Zira o varsa o çevre için de hayat devam edecek!
Hem sonra ‘ana muhalefet’ etiketi devam ettikten sonra bu partide daha fazlasını isteyen var mı?
Olmadığını Baykal zamanından beri izlemiyor muyuz?
Ama 6 ay sonra yerel seçimler var ve CHP’li seçmenin önemli bir kısmı mevcut başkan değişmedikçe sandığa gitmeyecek…
Ekrem İmamoğlu’nu seven de Mansur Yavaş’ı isteyen de gitmeyecek…
İstanbul, Ankara, Antalya, Eskişehir ve hatta birçok belediye kaybedilecek…
Bunu ben söylemiyorum kamuoyu yoklamaları söylüyor.
O zaman yukarda isimlerini belirttiğim büyük şehir belediyelerinin başkanları bu hususu dikkate almak zorunda değiller mi?
Yani “İmamoğlu kendi işine baksın, sadece İstanbul ile ilgilensin” demek sorunu çözmüyor. Zorunlu olarak Genel Merkez ile de ilgilenmesi gerekiyor. Zira Kılıçdaroğlu o koltukta kaldıkça, İmamoğlu da seçilemeyecek…
Nitekim Mansur Yavaş da ‘rozetsiz aday’ konumuna bunun için geçti. Yani o da mecburen kendisini yarı bağımsız ilan etti.
Sayın Kılıçdaroğlu siyaseten bitmiştir. Çevresindekilerin de görmek istemedikleri husus; bu ısrar devam ederse CHP’yi de hayırlı bir geleceğin beklemediğidir. Partisi dışında orantısız dağıttığı milletvekilliklerinin parti içinde normal karşılanması da ayrıca şaşırtıcıdır. Sırf kişisel ikbali için 6’lı masadan, hatta en yakın yardımcısından bile habersiz Zafer Partisine 3 bakanlık sözü vermesi tuhaf değil mi?
Hem de önce parti sözcüsü bunu reddediyor, sonra lider çıkıp “onun haberi yoktu” diyebiliyor. O sözcü de hâlâ o partide kalmaya devam edebiliyor…
Bırakınız bugüne kadar yaptığı onlarca hatayı, en son ortaya çıkan danışman olayı bile tek başına koltuğu bırakması için yeterlidir…
Kendisine ve başında bulunduğu siyasi partinin kurucu liderine hakaret eden bir kişiyi tavsiye ile ve ön araştırma yapmadan atadığını kendisi itiraf etti.
Önce bu danışmanlığı kurumsal dille reddettiler, sonra lider çıktı “bu twitleri görseydim atamazdım” dedi.
Bir iş yerinin çay ocağına eleman alırken bile detaylı araştırma yapmadan görev verilmez. Eğer bu aşama ihmal edilirse sorumlusu da o elemanla birlikte kapı önüne konur. Oysa muhterem o kadar rahat ki, diğer gaflarda olduğu gibi bundan da kolayca sıyrılacağına çok emin gözüküyor…
Bir iktidar, karşısında nasıl bir rakip istediğini açıklayacak olsa bu kişiden başkasını tarif edebilir mi?
İçten içe sevgi beslemeleri ve son zamanlarda kendisini üzecek açıklama yapmamaları bu nedenden kaynaklanıyor olamaz mı?
Kendisine güven kalmamasına rağmen hâlâ anlaşılmaz rahatlığı sürüyor. Tarif etmesi kolay olmadığından bunu da Kılıçdaroğlu’nun kendi ağzından aktararak bitireyim;
“Kazanamadık ama bu dünyanın sonu değil. Bu seçim yapılan ilk seçim de değil, son seçim de olmayacak” diyebiliyor.
Pes vallahi!
Hâlâ peşinden gidecekler kaldıysa, tuhaflığı ben kendimde arayacağım…