AKP, Yassıada mahkemesini ve kararlarını “yok” saymasını. “millete ait yargı yetkisini gasp eden, evrensel hukuk kurallarının çiğneyerek temel hak ve özgürlükleri ortadan kaldıran kararlar veren Yüksek Adalet Divanının (Yassıada Mahkemesi) kullandığı yetkilerin hukuki dayanağını oluşturan kanun hükümlerinin geçmişe dönük olarak yürürlükten kaldırılması” gerekçesiyle açıklıyor.
Bunu öne süren, Ergenekon, Balyoz ve sair davalarının “savcısı” AKP olmasaydı, bu yasa anlaşılabilirdi. Ama söz konusu davalarda bunca “millete ait yargı yetkisini gasp eden, evrensel hukuk kurallarının çiğneyerek temel hak ve özgürlükleri ortadan” kaldırmış, onca cana kıymış, onca hayatı karartmış mahkemelerin cansiperane “AVUKATI” Erdoğan ve onun AKP’si ise, ben naçiz, “İLK TAŞI EN GÜNAHSIZ OLAN ATSIN” derim.
Yahut “KENDİSİ SIRÇA KÖŞKTE OTURAN, BAŞKALARINA TAŞ ATMASIN!!!…”
AKP’nin 27 Mayıs “mağdurları”(!)yla ilgili yasa düzenlemesi hakkında “e 12 Mart, 12 Eylül mağdurları ne olacak” diye yazmıştım bir süre önce.
Sorum geçerli… Çünkü en başta esasen darbelere filan karşı olmayan, sadece kendi ideolojik çizgilerine karşı darbelere bozulan AKP’nin “bizim darbeleri”, “onların darbeleri” var. AKP’nin 12 Mart’la, 12 Eylül’le, hele 12 Eylül’le hiçbir alıp veremediği yok, tersine sinsi sinsi hoşnut… Değil mi ki 12 Eylül “Türk-İSLAM sentezi” dedi Amerika’nın talimatıyla… Yaşasın 12 Eylül, AKP’ye göre… Üstelik her iki darbe de, AKP’nin de bayıldığı üzere esas olarak solcu kesti… Tamamdır… Yani AKP’ye göre solcu tasfiye eden darbeler yaşasın, sağcı tasfiye eden kahrolsun… 28 Şubat da, 27 Nisan da, 27 Mayıs da…
Bu işin siyasi ve sosyal yanı… Ama hukuki yanı da var.
Kuvvetler ayrılığı, AKP’nin çok kızdığı 27 Mayıs anayasasından itibaren bütün dünyada olduğu gibi bizde de hukuk devletinin ve buna bağlı olarak demokrasinin fil ayağı…
Yasama ve yargı bizim anayasa sistemimizde “millet adına” kullanılan “yetki”dir, ama yürütme sadece “görev”… İdi…
Bugün ise yasama ve yargı, yürütmenin (anayasadaki yeni terimle cumhurbaşkanının, Recep Erdoğan’ın) talimatlarına, telkin ve yönlendirmelerine göre uygulanan bir basit “görev”e dönüştü, buna karşılık tek “yetki” olarak Erdoğan’ın sonsuz yetkileri kaldı. Yetki göreve, görev yetkiye dönüştü.
Oysa bütün dünyada kapitalizmin demokrasisine göre uygulanan sistem şu: Yargı, yasama ve yürütme… Yürütme en altta… Bir başka ifadeyle yargı (anayasa mahkemesi -danıştay ve diğer mahkemeler) hem yasamanın kanunlarını hem yürütmenin her türlü eylem ve işlemini, yasama ise sadece yürütmenin eylem ve işlemlerini denetler. Yani yargı en üsttedir. Yasama yargıyı denetleyemez. Yargıyı yine yargı denetler. Yürütme ikisini de denetleyemez.
Gereksiz, anlamsız, kötücül, ayrımcı, art niyetli 27 MAYIS Affı yasası, bu evrensel kapitalist hukuk düzenini hem de ilginçtir faşistçe alt üst etti. Demokratik hukuk tekniği açısından bir bakıma ikinci sıradaki yasama organı, kendi üstündeki yargının hem de 60 yıl önceki bir kararını yok etti…
Olabilir. Ama yine yargı yoluyla… Bütün dünya kapitalist hukukunda bunun bir sürü yolu var. Yani kesinleşmiş mahkeme kararları da yine yargı yoluyla geçersiz hale getirilip bir tür iade-i itibar yapılabilir. Mağdurlar, müştekiler, ilgili mahkemelere başvurabilir. Adalet Bakanının bu yönde, yani yargıyı harekete geçirme yönünde, bizzat dava açarak yetkileri vardır. Yani evet olabilir, ama mutlaka yargı yoluyla…
Kapitalist hukukun evrensel ve ilginç, ama son derece mantıki kuralları vardır. Mesela bir düzenlemeyi kim yapmış, bir kararı kim vermişse onu yine aynı makam, kurum değiştirir, düzeltir. Anayasa mahkemesi, parlamentonun kabul ettiği bir kanunu iptal edebilir; ama iptal ettiği kanunun yerine kendisi kanun yapamaz. Meclise der ki “ben bu kanununu şu nedenle iptal ediyorum. İlle inat ediyorsan benim iptal gerekçelerim çerçevesinde yenisini çıkar. Sana şu kadar süre…” Danıştay, idarenin bir işlemini iptal eder, ama onun yerine kendisi işlem tesis edemez. Sadece idareye “bu işlemi ya yapma, ya benim iptal gerekçemi dikkate alarak yenile. İlkokul mezunu güreşçiyi yönetim kuruluna atayamazsın. Ya güreşçi üniversiteden mezun oluncaya kadar bekle, ya üniversitenin iktisat mezunu birini ata…” der.
Ayasofya’nın müze olması 1934’te bakanlar kurulu kararı ile gerçekleşmişse, bugün camia olması da yine aynı yolla olur. Bugün anayasal bir bakanlar kurulu yok. Ne var? Cumhurbaşkanlığı… E niye topu Danıştay’a, yani yargıya atıyorsun? Üstelik işine gelmeyince Anayasa mahkemesinin kararı için bile “ben tanımıyorum” demiş biri olarak?
YASSIADA MAHKEMESİNİN KARALARI, her ne kadar özü itibariyle TIPKI DÜNKÜ FETULLAH YARGISI, TIPKI BUGÜNKÜ FETULLAH YARGISININ KOPYASI ERDOĞAN YARGISI gibi “siyasi” ağırlık taşısa da, YARGI KARARIDIR, mahkeme kararıdır. DÜZELTİLECEK, KALDIRILACAKSA YİNE ANCAK BİR MAHKEME KARARIYLA DÜZELTİLEBİLİR, KALDIRILABİLİR. YASAMA ORGANI TARAFINDAN DEĞİL!!!… AKP, ERGENEKON; BALYOZ vs. DAVASI SANIKLARINI YASA ÇIKARARAK MI SALIVERDİ? HAYIR. KARARI YİNE MAHKEMELER VERDİ.
AKP, Yassıada mahkemesini ve kararlarını “yok” saymasını. “millete ait yargı yetkisini gasp eden, evrensel hukuk kurallarının çiğneyerek temel hak ve özgürlükleri ortadan kaldıran kararlar veren Yüksek Adalet Divanının (Yassıada Mahkemesi) kullandığı yetkilerin hukuki dayanağını oluşturan kanun hükümlerinin geçmişe dönük olarak yürürlükten kaldırılması” gerekçesiyle açıklıyor.
Bunu öne süren, Ergenekon, Balyoz ve sair davalarının “savcısı” AKP olmasaydı, bu yasa anlaşılabilirdi. Ama söz konusu davalarda bunca “millete ait yargı yetkisini gasp eden, evrensel hukuk kurallarının çiğneyerek temel hak ve özgürlükleri ortadan” kaldırmış, onca cana kıymış, onca hayatı karartmış mahkemelerin cansiperane “AVUKATI” Erdoğan ve onun AKP’si ise, ben naçiz, “İLK TAŞI EN GÜNAHSIZ OLAN ATSIN” derim.
Yahut “KENDİSİ SIRÇA KÖŞKTE OTURAN, BAŞKALARINA TAŞ ATMASIN.”