AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, yandaş basında günlerdir reklamı yapılan “2023 Vizyon Belgesi”ni Ankara’da düzenlenen ‘Türkiye Yüzyılı Tanıtım Toplantısı”nda açıkladı. Toplantıyı değerlendiren birçok gözlemcinin ortak görüşü şöyleydi: “Kamuoyunda yaratılan yüksek beklenti yine boş çıktı. Erdoğan’ın bu tanıtım etkinliğindeki sözleri, haftalık Grup Toplantıları’nda söylediklerinden farklı değildi.”
Zaten hafta boyunca toplantının içeriğinden çok, hangi “muhalif” gazetecilerin ne amaçla bu etkinliğe çağrıldığı konuşuldu. Yeni Sansür Yasası’yla basın özgürlüğünün son kırıntılarının da yok edildiği bir dönemde böyle bir toplantıya katılmanın yanlış olacağını söyleyenler oldu. Nitekim bağımsız medya kuruluşlarında çalışan gazetecilerin çoğu, AKP propagandasının parçası olmak istemediklerini belirterek bu gösteride yer almayacaklarını duyurdular. AKP’nin çağrısına başlangıçta olumlu yanıt veren birkaç gazeteci de daha sonra kurumlarının açıklamalarına uyarak katılmaktan vazgeçti.
Yirmi yıldır iktidarda olan AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, gösterişli “lansman toplantısı”nda, ülkeyi tek başına yöneten bir siyasetçi gibi değil de iktidar adayı bir muhalefet partisi başkanı gibi konuştu. “Türkiye Yüzyılı Vizyonu”nu ise, “Kimlik siyaseti yerine birlik siyasetini, kutuplaştırma siyaseti yerine bütünleştirme siyasetini, inkâr siyaseti yerine kucaklama siyasetini, tahakküm siyaseti yerine özgürlük siyasetini ikame etme” diye açıkladı.
Şaka gibi!
Anayasa’daki “tarafsızlık yemini”ne karşın yurttaşları ayrıştırıp düşman kamplara ayıran, siyasal çıkarları için kutuplaşmayı tırmandıran, her türlü hak arayışını şiddet kullanarak bastıran, Anayasa’daki temel hak ve özgürlükleri rafa kaldıran, yargıyı avucunun içine alan, medyanın büyük bölümünü kendine bağlayan ve kendisini eleştirenlere olmadık hakaretler yağdıran “partili Cumhurbaşkanı” söylüyordu bunları!
Söylediklerinin tam tersini yapan ama çelişkili söylem ve eylemlerini her koşulda kendi kitlesine onaylatma becerisini gösterebilen böyle bir siyasetçi az bulunur doğrusu.
Acaba bu durum Erdoğan’ın başarısı mıdır yoksa “liderini sorgulamayı günah sayan” toplumsal tabanının “biat” ve “itaat” kültürünün sonucu mudur? Malum, “Şeyh uçmaz, mürit uçurur!”
Yandaş gazeteler her ne kadar “Asırlık Cumhuriyete Asırlık Vizyon” diye manşetler atsalar da Saray rejiminin daha önceki sayısız “reform paketi” gibi bu belge de içi boş bir “vizyon” pazarlama çalışması olarak kâğıt üzerinde kalacak ve kısa sürede unutulacaktır.
* * *
Bana sorarsanız, AKP’nin gerçek “vizyonunu ve misyonunu”, Grup Başkan Vekili Mahir Ünal, bir hafta önce “Cumhuriyet bizim lügatimizi, alfabemizi, dilimizi hasılı bütün düşünme setlerimizi yok etmiştir” diyerek çok net biçimde ortaya koymuştu. Bundan âlâ “vizyon belgesi” mi olurdu?
Mahir Ünal’ın sözleri her kesimden tepki aldı. Cumhur İttifakı’nın küçük ortağı bile suskunluğunu bozarak Ünal’ı çok sert biçimde eleştirdi. AKP Sözcüsü Ömer Çelik de partisinin Cumhuriyete bağlılığını yarım ağızla söylemek zorunda kaldı.
Mahir Ünal, çığ gibi büyüyen tepkiler karşısında, “Yanlış anlaşıldım, sözlerim bağlamından koparıldı” diye açıklamalar yapsa da ettiği sözlerin “tevil” götürür yanı yoktu. Çünkü anadilimizi açıkça küçümsemiş, “Bu dille düşünce üretilemez, bilim ve felsefe yapılamaz” demişti. Sonra da “Ben Cumhuriyeti değil, Cumhuriyetin Kültür Devrimini eleştirdim” diye özrü kabahatinden büyük bir açıklamada bulunmuştu. Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli zaten kültürdü. Kültür Devrimine karşı çıkmakla Cumhuriyete karşı çıkmak aynı şeydi. O yüzden de zırvadan öteye gitmeyen bu açıklamayı kimse ciddiye almadı. Zaten AKP’nin genetik kodlarına yabancı olmayanalar, Ünal’ın Cumhuriyet karşıtı sözlerinin, partisinin gerçek görüşleri olduğunu çok iyi biliyordu.
Mahir Ünal’ın bilinçaltını dışa vuran konuşmasının her tümcesi bilgisizlik örneği idi. Bu konuşma üzerinde çok şey yazılıp söylendiği için ayrıntıya girmeyeceğim. Ama Türkçeye gönül vermiş bir yazar olarak “Bugün konuştuğumuz Türkçenin düşünce üretebilmesi mümkün değildir” diyebilen bir milletvekiline kimi anımsatmalarda bulunmadan da geçmek istemiyorum.
Yazı Devrimi, Mahir Ünal’ın sandığı gibi bir gecede yapılmamıştır. Çeşitli düşünce insanları, 19. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak eski yazının düzeltilmesi gerektiği üzerinde görüş belirtmiş; izleyen yıllarda da pek çok yazar bu konuda yazılar yazmışlardır. Latin harflerinin kullanılması amacıyla devlet katında girişimler başlatılmış, bunun için onlarca toplantı düzenlenmiş, Milli Eğitim Bakanlığı’nda ünlü yazarların da içinde yer aldığı bir Dil Heyeti kurulmuş, Arap harfleri yerine Latin esasına dayalı yeni Türk Abecesi’nin hazırlanması için uzmanlara görev verilmiştir. Bütün bu hazırlıklar yapıldıktan ve altyapı çalışmaları tamamlandıktan sonra 1353 sayılı “Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun”, 1 Kasım 1928 tarihinde Millet Meclisi’nde kabul edilmiş, 3 Kasım’da Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Dilimizin kaynaklarını araştırma ve özleştirme çabalarında büyük emeği olan Agop Dilâçar, Türkçenin 15. yüzyıldan beri “devlet dili” olduğunu örneklerle açıklıyor. Hatta daha da ileri giderek, “Türk topluluğunun ilk temsilcileri olan Hunlar, M.Ö. III. yüzyılda tarih sahnesine çıktıkları zaman Hun Türkçesi devlet dili olarak kullanılıyordu” diyor. (Devlet Dili Olarak Türkçe, TDK Yayınları, 1962)
Atatürk’ün kurduğu ve malvarlığını bağışladığı Türk Dil Kurumu’nun özerk yapısı 1980 darbesinden sonra değiştirilmiştir. TDK şimdi Tayyip Erdoğan’a bağlı bir devlet dairesi olarak çalışıyor. TDK yöneticilerinden rica ediyorum: “Cumhuriyet bizim bütün düşünce setlerimizi yok etmiştir” diyen ve bugünkü Türkçeyle düşünce üretilemeyeceğini söyleyen Mahir Ünal’a lütfen TDK yayınlarından “bir set” gönderin! Sayın milletvekili belki o zaman, Dil Devrimi’nin açtığı yolda Türkçenin sanattan yazına, bilimden felsefeye nasıl bir gelişme gösterdiğini daha iyi anlar ve yanlış “düşünce seti”ni gözden geçirme gereğini duyar.
* * *