Süfyan Kızılarslan / Ajans Bizim – İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, “Anayasa Mahkemesi’ne verilmiş görev ve yetkiyi ortadan kaldıran Yargıtay 3. Dairesi’nin kararı, kaynağını Anayasa’dan almayan bir devlet yetkisidir” dedi.
Akşener, Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin kararı Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) “hak ihlali kararı” karşısında aldığı kararla ilgili süreci “Anayasal Devlet kavramını hedef alan ciddi bir kriz tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu gösterdiğini” ifade ederek bunun “devletin niteliklerini ve bekasını sarsmadan, olabildiğince hızlı bir şekilde çözülmesi gerektiğini” belirtti.
Anayasa’ya göre AYM’nin aldığı kararların “yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağladığını” ifade eden Akşener, “göre bu karara uyulmaması düşünülemez” dedi.
Akşener, açıklamasında şu değerlendirmelere yer verdi:
“Bu hükümler dikkate alındığında, Anayasa Mahkemesi’nin kararlarının uygulanamaz ve Anayasa Mahkemesi’nin görevini yapamaz hâle gelmesi gibi bir sonuçla karşı karşıya olduğumuz açıktır. Dolayısıyla son durum aslında bir Anayasa/Devlet krizi niteliğindedir.
‘Hukuk devletinde kabul edilemez’
Anayasa’nın bu amir hükümleri olmasına rağmen Anayasa’nın Anayasa Mahkemesi’ne verdiği yetki ve görevlerin yapılamaz hâle gelmesini sağlayan hukuk yolu dışı fiili durumlar, bir hukuk devletinde kabul edilemez.
Anayasa’nın 6. maddesine göre; ‘Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir. Türk Milleti, egemenliğini, Anayasa’nın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasa’dan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.’
Şüphesiz ki, Anayasa tarafından Anayasa Mahkemesi’ne verilmiş görev ve yetkiyi ortadan kaldıran Yargıtay 3. Dairesi’nin kararı, kaynağını Anayasa’dan almayan bir devlet yetkisidir.
Bütün bunların ötesinde, Anayasa’nın belirlediği görev ve yetki kapsamı dışında olan bir kararın TBMM’ye sevk edilerek uygulanmasını istemek; millet iradesinin tecelligâhı olan TBMM’yi de bu hukuki olmayan sürecin bir unsuru hâline getirecektir. Ancak TBMM’nin, yargı organları arasında Anayasa’nın vermediği bir yetkinin kullanımının meşrulaştırma aracı yapılmaya çalışılması ve böylesi bir fiili duruma maruz bırakılması, kesinlikle kabul edilemez.
‘Fiili durumları hukukun önüne geçirme’
Cumhuriyetimizin hukuk devleti niteliği dikkate alındığında, Anayasa ve kanunlarla verilmiş yetki ile görevlerin üstenilmesi devlet nizamı bakımından da hayati önemdedir. Hukuk düzeninin ortadan kalkması, Türk milletinin devletine olan güvenini derinden zedeleyecektir. Fiili durumları, hukukun önüne geçirme hatası; Cumhuriyetimizin ve devlet yapımızın kadim hukuk devleti niteliğine de gölge düşürecektir.
Devlet organlarını uyumlu çalıştırma görevi
Karşılaştığımız bu sorun hem Anayasamızın uygulanmasını hem de devlet organlarımızın düzenli ve uyumlu çalışmasını ortadan kaldıracak bir tehlikeye ve öneme sahiptir. İşte tam bu noktada Anayasa’nın 104’ün maddesi, Cumhurbaşkanı’na ‘Anayasa’nın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını temin eder’ görevini vermiştir.
Cumhurbaşkanı’nın başkanı olduğu Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu’nun başkanvekili, yargı organları arasında maalesef siyasi ve ideolojik tasnifler yapmış ve Anayasa’nın öngördüğü nizamın dışında konuşlandırmış, Anayasa’nın belirlediği görev ve yetki dışındaki Yargıtay kararını da hukuku aşan bir nitelemeyle ‘cesaret’ olarak tanımlamıştır. Bu ifadeler her şeyden önce Anayasa’nın Cumhurbaşkanı’na verdiği görevleri tanımaz ve uygulamaz hâle düşüren sorumsuz bir yaklaşımdır. Bu sakıncalı tavır, devletin kurumları arasına ideolojik paralel yapılanmaları meşrulaştırmanın yanı sıra birbirine karşı kışkırtan ve hukuk devleti ilkesini de çiğneyen bir duruştur.
Anayasa ve kanunların belirlediği iş bölümü dışında, yargı organlarının siyasi ve ideolojik bir paralel yapılanmanın ve çekişmenin unsuru hâline getirilmesinin, görev ve yetki dışı kararlara ve kumpaslara cüret etmesinin acı tecrübelerini; aziz Türk milleti olarak yakın bir geçmişte yaşadık. Elbette Sayın Erdoğan da o günlerin memleketimize ve milletimize vermiş olduğu zararı hatırlıyordur. Dolayısıyla devletimizin bekasına yönelik böylesine ayrışma ve çatışmaların vahim sonuçları olacağını sorumluluk sahibi herkese bir kez daha hatırlatmak isterim.
‘Derin endişe duyuyoruz’
Bütün bu rahatsız edici gelişmelerin sonucunda, ülkemizde anayasal hukuk düzeninin güvenliği konusunda, milletimizle birlikte derin bir endişe duyuyoruz. Bu sebeple de devletimizin ve milletimizin bütünlüğü ile devamlılığını önceleyen siyasi sorumluluğumuzun gereği olarak bu konudaki uyarılarımızı ifade etmek isterim.
Öncelikle karşılaştığımız bu yargı krizinin mevcut Anayasal ve kanuni düzen çerçevesinde yargı mekanizmaları içinde çözülmesi için, tüm kurumlarımız sorumluluk ve görevleri yerine getirmelidir.
‘Taraf değil, hakem’
Bu kapsamda Sayın Erdoğan ilk açıklamasında, Cumhurbaşkanlığı sıfatının kendisine verdiği ‘Anayasanın uygulanması, devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını temin etme’ görevini yerine getirmek ve kriz sarmalını önlemek yerine maalesef yine bir taraf olmayı seçmiştir. Ancak bugün yapmış olduğu değerlendirmede ‘taraf’ değil ‘hakem’ görevi olduğunu belirterek yine ‘kurumlarımız arasındaki görüş ayrılığının bir anayasa ve sistem krizi hâline dönüşmesinin önüne geçecek adımları süratle atacağını’, ‘yüksek yargı kurumlarımızın temsilcileriyle görüşerek, meseleye bir hâl yolu bulacağını’ ortaya koyma gereği de hissetmiştir. Bu tavır değişikliğinin, yaşadığımız krizin çözümüne katkı sağlamak için önemli olduğunu düşünüyor ve devamının da gelmesini umuyorum.
‘Kabul edilemez bir ithamdır’
Öte yandan Sayın Erdoğan’ın açıklamalarında yer alan TBMM’nin Anayasa ve içtüzüğe uygun karar sürecinin teröristlerin yurtdışına kaçmasına vesile olduğu yönündeki ağır ithamı, kesinlikle kabul edilemez bir ithamdır.
Krizi sonlandıracak meşru beklentimiz, Sayın Cumhurbaşkanı’nın Anayasa’da verilen görev ve sorumluluk çerçevesinde Anayasa Mahkemesi kararlarının kesinliği ve bağlayıcılığına vurgu yapması, hukuk devletini fiilen askıya alacak böyle bir karara karşı Anayasa ve kanunların belirlediği nizam içinde Anayasa Mahkemesi’ne destek vermesidir.”