Süleyman Soylu (SS) adında bir TC yurttaşı var. Özel bir tanışıklığım yok. Yazıya konu etmeye değmez ama ne yapalım ki İçişleri Bakanı olarak hayatımıza hükmediyor. Bu da yeterince can sıkıcı.
Can sıkıcı olması şundan. Adam içişleri bakanı. En sıradan kapitalist demokraside bile siyasetçi dediğin biraz makamını hak etmeli, makamın gerektirdiği vakar, ciddiyet ve donanıma sahip olmalı değil mi? Benim kızmamın nedeni tam da bu. Yani adam içişleri bakanı olacak vakar, ciddiyet, tutarlılık ve donanıma sahip değil. Bu yüzden sokakta karşılaşsak, selam vermeden geçer giderim. Daha doğrusu hak ettiği en ağır lisan ile muaheze eder, öyle geçerim.
***
SİYASİ VE AHLAKİ TUTARLILIK FUKARASI
Sokakta karşılaşmak kısmet olur mu, bilemiyorum. Yazı ile muaheze edeyim hiç olmazsa.
En başta siyasi ve ahlaki tutarlılık fukarası. Siyasete 1987’de DYP Gençlik Kolları’nda başlamış. DYP ile ANAP 2000’li yıllarda birleşip Demokrat Parti (DP) adını alınca, olmuş partiye Abdurrahman Çelebi; 2008’de bu partinin genel başkanı seçilmiş. DP genel başkanı olarak nasıl da iddialıymış o yıllarda; kendisine rakip olarak dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ı seçmiş, vermiş veriştirmiş:
“Başbakan at üstünde durmayı nasıl beceremediyse, ülke yönetmeyi de aynı şekilde beceremiyor.”
“Paçalarından yolsuzluk akıyor.”
“Başbakan kendisini padişah olarak görmek istiyor. Ülkemizde sadaka kültürü var.”
Recep Tayyip Erdoğan’a bunları söyledikten sonra çok geçmemiş, 5 Eylül 2012’de AKP’ye katılmış. Sonrası bilinen hikâye: “Recep Tayyip Erdoğan’ın bir neferiyim. Hangi görevde olursam olayım Recep Tayyip Erdoğan’ın neferi olarak hayatıma devam edeceğim.”
O sadakatle önce Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı, altı yıldır da İçişleri Bakanı…
Metamorfozun bu kadarı doğanın sevimli canlısı bukalemuna yaraşır da akıl, idrak, bilgelik, vicdan ve onur sahibi olduğu varsayılan homosapiens’e yaraşır mı? Yaraşmadığını anlatsam SS ibret alır mı? Boşuna bir çaba olur sanırım!
***
SS’e sadece siyasi bukalemunluğundan dolayı kızmıyorum. Kızgınlığımın asıl nedeni, SS’in içişleri bakanlığı yapacak donanıma ve kültüre sahip olmaması. Böyle bir donanım ve kültüre sahip olmadığını zaten kendisi itiraf etti. Aynen “Sayın Cumhurbaşkanımız içişleri bakanlığı görevine getirdi beni. Ben ömrümde bir tek güvenlik makalesi okumamış bir adamım. Okumadım yani. Ben içişleri bakanlığı ile ilgili bir şey biliyorum dersem yanlış olur” diye anlattı. Hani derler ya, ilim sahibi ilimle, zulüm sahibi zulümle idare eder; SS’inki de o hesap. İçişleri Bakanı olarak asli görevi ülkenin iç güvenliği ama güvenlikten anladığı devlet şiddetinden ibaret. Hukuk devletinin değil, kanun devletinin bile değil zorbalık rejiminin nazırı. Kendini bilen bir içişleri bakanı, “Metruk bina var ama muhtar ‘mahkeme kararı var, yıkamıyoruz’ diyor. Arkadaş sen gece yık, mahkeme kararı arkamızdan gelsin!” şeklinde bir cümle kurmaz ama SS pervasız, böyle talimat verebiliyor.
Anayasa Mahkemesi (AYM), Edirne’de ÖDP il binasına asılan “Hırsız katil AKP” yazılı pankartı düşünce ve ifade özgürlüğü saydı. SS, “AYM’nin kararı Türkiye’ye ait değil, Norveç’e ait. AYM’nin kararları terörle mücadelede bizi gönülsüzleştiriyor” diyerek tepki gösterdi. Böyle derken Türkiye’yi Norveç’teki özgürlüklere layık görmediğini itiraf ettiğinin farkında değil. Pervasızlık, donanımsızlık ve gaflet bu denli yani.
O pervasızlık ve nobranlıkla Ankara Yüksel Caddesi’ndeki insan hakları anıtını bir ara çepeçevre kuşattı. Oysa o anıt, dert anıtı olmuştu. Kim ne derdi var, anıtın etrafında toplanıp anlatıyordu. Ben de ADAM-DER Kurucu Başkanı olarak kaç kere o anıt önünde darbezede asker yoldaşlarla toplanıp, kitlesel basın açıklaması yapmıştım. SS anıtı çepeçevre kuşattı, derdini dökmek isteyenleri coplattı, coplatıyor. SS gelinceye değin sadece İnsan Hakları Anıtı değil, TBMM’nin Dikmen ve Çankaya kapıları da dert kapıları olmuştu. Şimdi değil bu yerlerde, neredeyse hiçbir yerde derdini anlatamıyorsun. Norveç’te anlatabilirsin ama kendi memleketinde anlatamazsın!
***
SS’İN SUÇLULAR ALBÜMÜ
Bunların her biri akıl, idrak, bilgelik, vicdan ve onur sahibi bir sapiensi utancından yerin dibine sokmaya yeter ama ne yapalım ki burası Türkiye, yetmiyor işte! İçişleri Bakanı olarak iç güvenlikten sorumlu, polislerin amiri ama nerede bir suçlu yakalansa SS ile fotoğrafı çıkıyor. Mafyadan aylık alan siyasetçi olduğunu söylüyor, yakalaması gerekirken kim olduğunu gizliyor. Bu suskunluk nedense AKP yöneticilerini ve milletvekillerini hiç rahatsız etmiyor…
Bir de akçalı söylentiler var ki, gelmiş geçmiş hiçbir içişleri bakanı bu gibi söylentilere konu olmamıştı. Medyada çokça yazıldı. Gazeteci Yazar Mehmet Yılmaz “mübarek cuma soruları” başlığı altında yıllardır yazıp soruyor. Ben özetleyerek anımsatayım.
Söz konusu akçalı iş, iş adamı (SBK kod) Sezgin Baran Korkmaz’la ilgili. SBK hakkında, kara para aklama ve dolandırıcılık suçlamasıyla soruşturma açılıyor; yurtdışı ve mal varlığı yasakları peş peşe geliyor. Derken, (sonradan Adalet Bakanı Yardımcısı yapılan) bir savcı ile bir hâkim, olmayan bir MASAK raporunu gerekçe gösterip, SBK’nin mal varlığı üzerindeki tedbiri ve yasağı kaldırıyorlar. SS de, SBK’yi bakanlığa çağırıyor; sadece bir gün sonra SBK yurtdışına çıkıyor; çıkışın ardından tekrar dava açılıp hakkında arama ve tutuklama kararı çıkarılıyor. Avusturya’da tutuklanan SBK, ABD’ye veriliyor. Bu süreçte gazeteci kılıklı birisi, kendisinden SS’e verilmek üzere 10 milyon Euro istemiş. Mehmet Yılmaz’ın yazdığına göre SS, 10 milyon Euro istemekle kalmamış, devletin polisini mafya tetikçisi olarak kullanmış…
SS’in 2017 referandum kampanyasında SBK’ye ait lüks uçakla seyahat ettiğini de bu vesileyle anımsatmış olayım.
***
VATANA MİLLETE GEÇMİŞ OLSUN
Bu söylentiler aylardır yıllardır ulu orta konuşuluyor yazılıyor ve SS hâlâ bakanlık koltuğunda oturuyor. Bir de sütten çıkmış ak kaşık gibi onu bunu vatana ihanetle, FETÖ’cülükle suçluyor, kendisine bağlı kurum ve tesislerde içkiyi yasaklıyor, din ticareti yapmaktan da geri durmuyor. Jandarma ve Sahil Güvenlik Akademisi Subay ve Astsubay Öğrencileri Mezuniyet Töreni’nde mezunlara seslenmiş: “Benim sizden isteyeceğim bir tek şey var. Bir arkadaşınız, bir ağabeyiniz olarak söylüyorum, Allah rızası için abdestli çıkın, Ayet’el Kürsi’lerle çıkın. Biliniz ki Allah sizin muhafızınızdır.”
Dağarcığında hukuk ve ilim olmayan vasıfsız siyasetçilerin ucuz söylemine sarılmış SS de. Hani yanmaz kefen ve rüyada peygamberi gösteren terlik satan din tüccarı cüppeli bir şarlatan var ya, ondan başkası sahip çıkmamış SS’in dindarlık şovuna. “Bize böyle imanlı ve Kur’an’lı bir Bakan nasip ettiği için Yüce Rabbimize hamdederiz” diye sallamış cüppeli soytarı. SS için övgü müdür utanç mıdır, kendisi karar versin. Ben, din tacirleri arasında meslek dayanışması diyeyim.
Şimdilerde gözüne kestirdiğini FETÖ’cülükle suçlayan SS’in bir de Fetullah Gülen övgüsü var ki, dileyen (https://www.youtube.com/watch?v=rUaQWhk5e7c) adresinden izleyebilir.
Ben yazıyı daha fazla uzatmayayım. Ahlak, din, iman borsasında tekel kurmuş AKP’lilerin bu siyasi sicil ve vukuattan neden rahatsız olmadıkları sorusu ve yanıtı galiba biraz da psikiyatrinin alanına giriyor. AKP Genel Başkanı’nın eski doktoru, 22. Dönem Balıkesir Milletvekili Turhan Çömez çirkinliklere duyarsızlığı değerlendirmiş. SS’in “Erdoğan’ı kaybetmekten korkuyorum” sözlerini anımsatmış Çömez ve şu teşhisi koymuş: “Anksiyete bozukluğu. Akıllardan kolayca çıkmayan düşünce. Kaybetme korkusu. Ağır bir psikolojik travma halinde hepsi. Seçimi kaybettiklerinde bunları nasıl tedavi edeceğiz bilmiyorum.” Böyle bir hastalığa yakalanmışlarsa, vatana millete geçmiş olsun!