Gıda ambalajlarındaki yanıltıcı bilgilerin çoğalması, ilgili Bakanlığı yönetmelikte bazı değişiklikler yapmaya yöneltmiştir. İsabetli bir gelişmedir.
Yıllardır ‘doğal’ olmayan birçok ürünün ambalajında bu ifadenin yer aldığını yazıyorum. Bir ürün ısıl işlemden geçmiş veya içine kıvam artırıcı, aroma verici, renklendirici, tatlandırıcı, koruyucu maddelerden biri girmiş ise doğal sayılmasının mümkün olamayacağını artık tekrar anlatmaya gerek yoktur.
Yıllardır okul kantinlerinde satılan tanınmış bir markanın “Çilekli süt” ambalajı üzerinde alay eder gibi ürünün %0,01 (on binde 1) çilek içerdiği belirtiliyor.
Nar ekşisi veya limon suyu diye satılan ürünlerin içeriğinde de bu meyvelerin bulunmadığı, bolca katkı maddesinin yer aldığı da açıkça görülüyor.
Bunlar sadece “etiket oyunları” diyerek geçiştirilemeyeceği gibi gerçek dışı beyanı önlemek üzere tüzük değişikliğini beklemek de gerekmez. O aldatma amaçlı beyan sahiplerine engel olunur ve cezaları ödetilir.
Üstelik bunlarla uğraşılırken esas problemin ihmale uğrama riski de vardır.
Temel sorun ambalaj üzerindeki içerik listesi ile paket içinin uyumsuz olması, yani taklit ve tağşiş eyleminin gerçekleşmesidir.” Efendim bunların denetimi yapılıyor ve para cezaları kesiliyor.” Önlenemediğine göre hiçbir caydırıcılığı yoktur. Üstelik para cezaları artık bir maliyet kalemi olmuştur. Böylece ürünün fiyatı artırıyor ve hilenin cezasını da tüketici üstlenmiş oluyor.
Peki en azından tüketici tedbir almak için hangi markalar tarafından aldatıldığını biliyor mu? Hayır bilmiyor…
Zira son iki senedir (1 Mart 2022 tarihinden beri) ifşa etme mekanizması çalışmadığı için ayıplı ürünü öğrenebilmek mümkün olmuyor.
Oysa dış kaynaklardan aldığımız bilgiler, ihracata giden ürünlerimizdeki işin boyutunu ve ciddiyetini ortaya koyuyor. Böylece Avrupalı tüketici adına yapılan denetimlerde kalite kontrole takılan bize ait ürünleri öğrenebiliyoruz.
Şimdi dışardan gelen bu haberlere bakalım:
• Avrupa Birliği Gıda Güvenliği Kurumu RASFF, Türkiye’den Fransa’ya ihracatı gerçekleştirilen kuru incirde Aflatoksin B1 tespit edildiği için iade edildiğini açıkladı. Aflatoksin B1 en kuvvetli kanserojen maddedir.
• RASFF, Türkiye’den İtalya’ya ihracatı gerçekleştirilen Antep fıstığında yüksek düzeyde Aflatoksin tespit edildiği için iade edildiğini de açıkladı.
• RASFF, Türkiye’den Almanya’ya ihraç edilen narlarda üreme sağlığını bozmasından dolayı AB’de yasaklanan böcek öldürücü zehirli madde Asetamiprid’e rastlandığını ve iade işlemi yapıldığını açıkladı.
• RASFF, Türkiye’den Bulgaristan’a ihraç edilen portakallarda izin verilen miktarın tam 10 katı fazla oranda pestisite, mandalinalarda izin verilenin 20 katı yüksek oranda pestisite rastlandığını ve iade işlemi yapıldığını da açıkladı.
• Türkiye’den Danimarka’ya ihraç edilen ayçiçek yağlarında kanserojen etkisiyle bilinen polisiklik aromatik hidrokarbon ve benzopiren tespit edildiği için iade işlemi yapıldığı da açıklandı.
• Konya’da üretilerek Almanya’da satışa sunulan ve daha önce de birçok ülkede toplatıldığı bilinen helvalarda bir kez daha salmonella çıkmış.
Yukarda açıkladıklarım son 1-2 ay içinde aldığımız duyumlardan bazılarıdır.
İlgi duyanların RASFF dışında, benim de kaynak olarak faydalandığım Gıda Dedektifi ve Inside Eat Türkiye kaynaklarından istifade edebilirler.
Sonuç olarak; hayati konu ambalaj üzerindeki aldatıcı beyanlardan önce ne yediğimizi bilmemizdir. Sonra da buradan çıkaracağımız sonuçlar olmalıdır…
• İhraç edilen ürünler seçilmiş ve daha fazla dikkat harcanarak hazırlanmış partilerdir. Buna rağmen birçok ülkenin sınır kapısından dönüyorsa yurt içinde neler tükettiğimizi tahmin etmek o kadar zor olmasa gerek. Yani iade edilenin kat be kat üzerindeki çeşit ve miktarla muhatap olduğumuz kesindir.
• Yurt içinde denetlendiği açıklanan gıda maddelerinin tahlil sonuçlarını bilmiyoruz. Sadece kusurlu ürünler için para cezası uygulandığını biliyoruz.
• Yabancı ülkeler kalite kontrolde uygun bulmayıp iade ettikleri ürünlere ait bilgileri küresel genişlikte duyurdukları halde, bizler yurt içinde sağlık riski taşıdığı için uzak durmamız gereken gıda maddelerinin varlığından son 2 senedir haberdar değiliz.
Tüketici iki türlü tehdit altındadır. Birincisi önceki hafta konu ettiğimiz kırmızı et kategorisinde olduğu gibi fiyat fırsatçılığı, bütün gıda kategorilerinde rastladığımız şekliyle de kalite fırsatçılığıdır…
Her ikisi için de devlet müdahalesi gerekir. Zira serbest piyasa ekonomisinin de sınırları vardır ve ülkelerin koşulları farklı olduğu için tek tip serbest piyasa ekonomisi de yoktur. Her ülke serbest piyasa kısmı ile devlet müdahalesi kısmını farklı oranlarda birleştirir.
Nitekim Anayasamızın 172. madde gerekçesinde, “…Tüketicinin korunması, bir serbest piyasa ekonomisi tedbiridir…” ve “…Tüketicinin fiyat ve kalite açısından korunması, serbest rekabet şartlarının sağlanması, tekel ve kartellerin önlenmesi ile güvenceye alınabilir…” ifadeleri yer almaktadır.
Yoksa bu koruma olmadan; en azından temel gıda ürünlerinde, 90 milyon insanın yaşadığı bir ülkede tüketiciden aç kalmayı göze alarak talebi düşürmesi ve bu şekilde de fiyat artışlarının önüne geçmesi beklenemez.
Not:
Önceki hafta Almanya ile hem karkas hem de parça et fiyatlarımızı kıyaslamış ve euro bazında bile pahalı olduğumuzu göstermeye çalışmıştım.
Bu hafta da benzer kıyaslamayı ABD ile yaptım. Aşırı yüksek olan raf fiyatlarımız aşağıdadır. Güncel dolar kuru 31.38 TL olarak dikkate alınmıştır.
. ABD’de 1 kg dana kıyma fiyatı 9.97 $ iken, bizde 16.50 $ ,
. ABD’de 1 kg dana kuşbaşı fiyatı 16.38 $ iken, bizde 17.50 $ ,
. ABD’de 4 litre pastörize günlük süt fiyatı 3.81 $ iken, bizde 6.62 $ ,
. ABD’de 1 kg tereyağı fiyatı 13.29 $ iken, bizde 15.14 $ ,
. ABD’de 1 litre sızma zeytinyağı (İtalya’dan ithal) fiyatı 8.74 $ iken, bizde yerli ürün 12.74 $ ,
. ABD’de 1 kg ithal muz fiyatı 1.16 $ iken, bizde yerllsi 1.75 $ fiyatlardan satılmaktadır.
Buna rağmen hâlâ besicileri temsil eden bir zat, ithalatı yanlış bularak hem süt hem de et için fiyat artışlarını savunmaktadır. Ancak “Neden dünyanın en pahalı etiket fiyatları bizde?” sorumuzu hiç duymamaktadır. Evet en yüksek maliyetlerin bizde olduğunu kabul edelim, işçilik dahil bütün girdilere de dolar ödediğimizi varsayalım. Hiç olmazsa fiyatların eşitlenmesi gerekmez mi?
Bizim tüketicimizin 475 TL fiyatlı tereyağına kolay ulaşamaması, kendinden 6 kat fazla gelire sahip ABD vatandaşının ise daha düşük fiyata bu ürünü elde edebilmesi, hâlâ bu açgözlü fiyatlandırma isteğinin önünü nasıl kesemez?
İşte en şaşırtıcı olan kısım burasıdır…