PROF. OLMUŞLAR AMA NE HOCA OLABİLMİŞLER NE DE…
Fotoğraftaki yer Gaziantep Üniversitesi Rektörü’nün makam odası.
Makam koltuğunda oturan unsur, AKP Genel Başkan Vekili Prof. Dr. Numan Kurtulmuş,
Masanın yanındaki de üniversitenin rektörü profesör unvanlı başka bir unsur. Ayakta el pençe divan durmuş, aşağı bakıyor.
Sesli olarak yuh çektim. (TDK Sözlüğü’ne göre, yuh “Birine karşı beğenilmeyen veya öfke duyulan bir durumda haykırılan söz”dür.)
Numan efendiye göre bu ziyaret siyasi bir ziyaret değil; hoca-talebe ilişkisi içinde bir ziyaret. Rektör unvanlı unsur kendisinin doktora öğrencisiymiş; hocasını karşılayan öğrenci olarak hislenmiş, o sevinçle makamını göstermiş.
Numan efendi de hiç sıkılmadan makam koltuğuna kurulmuş. Bari bir de elini öptürüp iki de tokat atsaydı, rektör namlı unsurun yanaklarında gül açsaydı. Malum hocanın vurduğu yerde gül biter.
Numan efendi açıkça söylemese de siyasetçi kimliğiyle rektörün koltuğuna oturmasının ayıplanacağını kabul ediyor. Ayıplanmaktan kaçınmak için hoca-öğrenci ilişkisine sığınıyor. Sanki hocası olarak öğrencisinin koltuğuna oturması marifetmiş gibi. Masanın önünde ziyaretçiler için koltuklar sehpalar var. Orada görüşseler bir yerleri eksilir, azametlerine halel gelir sanki. Ne demeli, profesör olmuşlar ama ne hoca olabilmişler ne de…
***
Erdoğan’ın kalbi Ali dili Muaviye
Numan efendinin başka marifetleri de var. Necmettin Erbakan’ın partisindeyken, AKP Genel Başkanı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a ağır eleştiriler yöneltiyor, “AKP’ye geçmektense Saadet’te çaycı olurum” diyordu.
Çaycı olmak nefsine ağır gelmiş olmalı ki, 2010 yılında Saadet Partisi’nden ayrıldı, HAS Parti’yi kurdu. Buradayken de partisindeki en büyük sıkıntının “gizli ve sinsi AKP’liler olduğunu” söylüyordu. Daha da ileri gidiyor, Başbakan Erdoğan’ın İsrail politikasına çok sert eleştiriler yöneltiyor, İsrail’in en büyük diplomatik zaferlerini AKP döneminde kazandığını, AKP hükümetinin veto etmemesi ile OECD üyesi olabildiğini, Davos’ta otel lobisinde One Minute demenin marifet olmadığını söylüyordu. Hatta, Başbakan Erdoğan’a “Başbakanın kalbi Ali diyor, dili Muaviye söylüyor” diyerek yükleniyordu.
Yine HAS Parti lideriyken, Erdoğan’ın 2023 vizyonunu eleştiriyor, “2023’te bu vizyon tutarsa, Uganda Cumhurbaşkanı’na One Minute dediğini duyacağız. 2023’te vizyon tutarsa, zenginlerin yaşadığı sitelerin etrafında dilenen yoksullara polisin biber gazıyla müdahale ettiği haberlerini okuyacağız” diyordu.
HAS Parti’li Numan efendinin Erdoğan’a eleştirileri bu kadarla kalmıyordu; “Harun gibi gelip Karun gibi gitmeyeceğimize söz veriyoruz. Musa gibi gelip firavunlaşmayacağıma namusum üzerine söz veriyorum” diyebiliyordu.
Sonra anlaşıldı ki, HAS Parti’deki “gizli ve sinsi AKP’li” Numan Kurtulmuş’un ta kendisidir; namusu üzerine verdiği sözü unutup 2012’de soluğu AKP’de aldı, Başbakan Yardımcısı bile oldu.
***
Numan efendi, Saadet’te çaycıyken de, HAS Parti’de genel başkan iken de, AKP’de Başbakan Yardımcısı ve Genel Başkan Vekili iken de aslında hep kendisini oynadı. Takiyye ayetleri olarak bilinen Al-i İmran 28 ve Nahl 106’yı siyasi çıkarına uyarladı, tipik siyasal İslamcı siyasetçi olarak davrandı.
HAS Parti’li Numan Kurtulmuş olarak, Erdoğan’ın 2023 vizyonunu eleştirirken, “2023’te bu vizyon tutarsa her üniversite öğrencisinin başında 10 polisle birlikte üniversite sınavlarının yapıldığına şahit olacağız” diyordu. Bugün 2023’e iki yıl kala öğrenci başına 10 polis düşüyor; AKP Genel Başkan Vekili Numan Kurtulmuş, “Boğaziçi öğrencileri marjinal grupların yönlendirmelerine kapılmamalı” diyor.
Bir cümlesi daha var ki, bilinç altının ifadesidir. Numan efendi Başbakan Yardımcısı iken bağımsızlığı (başka sözcük yokmuş gibi) “Bizim için bağımsızlık gâvura ‘gâvur’ diyerek karşısına dikilebilmektir” diye tanımlamıştı. Bu cümle Tanzimat öncesi Osmanlı’ya özlemin ifadesiydi. Zamansızca ettiği gafın farkına varmış olmalı ki, konuşmasının devamında “Gâvur, gayrimüslime verilen isim değildir, bizim lügatımızda. Bizim lügatımızda gâvur despota, zalime, insanlara zulüm edene, emperyaliste verilen isimdir” diyerek düzeltmeye çalışmıştı. (Hürriyet, 3 Aralık 2016.)
Ne demeli, profesör olmuş, Başbakan Yardımcısı bile olmuş ama…
***
Numan efendinin Gaziantep Üniversitesi’nde verdiği görüntüye bakarken bu söylemlerini hatırlamadan edemedim. Bu görüntüye yuh çekerken toplumun büyük çoğunluğunun bu görüntüyü, buna benzer davranışları onayladığının da farkındayım. Yani toplumun büyük çoğunluğu böyle bir davranışın ayıp olup olmadığını sorgulamıyor bile.
Kamu görevlisiyken böyle davranmak gelmedi içimden. 12 Eylül darbesi döneminde jandarma subayı idim; bana bağlı karakolları ziyarete gittiğimde, karakol komutanı astsubayın veya erbaşın koltuğuna oturmak aklıma bile gelmedi. Oysa o tarihte, devlet başkanlığını da gasp eden darbeci genelkurmay başkanı, (asker veya sivil) hangi kuruma gitse, kurum müdürünün veya komutanın makam masasına kurulur, emirler yağdırırdı. O emir yağdırırken, kurum müdürü veya komutan da aynen bugünkü rektör gibi ayakta el pençe divan dururdu. Darbeci paşa elini de öptürürdü. (Hangi gazeteciler elini öptü, ayrı hikâye.) Çünkü, 12 Eylül faşizminin paşası, aynen Osmanlı dönemindeki gibi itaat etmiş, ulu’l emr karşısında boynu bükük, başı eğik, aşağı bakan, ezik bir devlet yapısı ve muti bir toplum istiyordu. Sokaklarda bu amaçla tanklar ve asker kol geziyordu, üniversiteler asker ablukası altındaydı.
O günden bugüne zihniyet ve siyaset değişmedi. 12 Eylül faşizmi bugün Cumhur İttifakı iktidarı olarak sürüyor. Bir farkla ki, darbeci genelkurmay başkanının yerinde Şahsım var. Sokaklarda ise tanklar ve asker yerine polis ve TOMA’lar kol geziyor; üniversiteler polis ablukasında.
Gaziantep Üniversitesi’ndeki görüntü, Şahsım’ın ve ortağının nasıl bir üniversite, devlet örgütü ve toplum istediklerinin fotoğrafıdır.
Direnenlere, aşağı bakmayanlara selam olsun!