Haftalardır sokakları sahipsiz, başıboş köpeklerden “temizlemeye” çalışıyorlar. CHP’nin Anayasa Mahkemesi’ne kanunla ilgili başvurusu sonuçlanmasa da, belediyeler “bir görev bilinciyle” bütün köpekleri toplayıp “milletin onlara verdikleri görevi” yerine getiriyorlar. İktidar yanlısı basın haber portalıyla, televizyon kanallarıyla, basılı gazeteleriyle yıllardır önemsemedikleri haberleri ana haber bültenlerine, manşetlere taşır oldular. Geriye dönüp “bu yasa çıkmadan önce, sokak köpeklerini kısırlaştırmak, aşılarını yapmak belediyelerin görevi değil miydi?” diye sormuyorlar. Bu soruyu CHP’li, AKP’li, MHP’li belediye diye hiç ayırmadan sormamız gerekmiyor mu? Anayasa Mahkemesi CHP’nin başvurusunu sonuçlandırana kadar Altındağ’da, Niğde’de karşılaştığımız manzaralarla daha çok karşılaşacağız.
NASIL ÇÖZÜM BULDUK?
Üç yıl kadar önce taşındığımız sitede yedi sokak köpeği vardı. Taşındığımız gün yabancı gördüler, uzak durdular, havlayarak bizden korunmaya çalıştılar. Bütün hayvanları severiz, korkmayız da. Zorlamadık, yemek artıklarıyla, bir kap suyla anlattık kendimizi. Bizden zarar gelmeyeceğini anladıklarında yaklaştılar, daha da ileri giderek sevdirdiler kendilerini. Hiçbirinin kulağında küpe yoktu, Gölbaşı Belediyesi belli ki görevini yapmıyordu. Bir süre sonra birkaç köpek daha katıldı aralarına. Köpeklerden en zararsızı, en sevimlisi diyebileceğimiz birini namussuzun biri av tüfeğiyle ön sağ ayak bileğinden vurmuş. Bir komşumuz hemen atmış arabasına, veterinere götürmüş. Ameliyatla saçmaların çoğu çıkarılmış, olabildiği kadar sağlığına kavuşmuş zavallı hayvan. Şimdi soğuk havalarda o yaralı patisine basarken topallıyor hâlâ.
Geçen kış, bu köpeklerden üçü doğum yaptı. Bunlardan biri, sokağa terkedilmiş sevimli mi sevimli, uysal mı uysal bir av köpeğiydi. Komşularımızdan biri bahçesine aldı, yavruları da anneyi de sahiplendirdi, hayatlarını kurtardı.
Diğer iki sokak köpeği yanlış saymadıysam on altı yavru dünyaya getirdi. Küçücük sitede yirmi beş kadar sokak köpeği oldu. Yavrulardan bazıları öldü, bazıları araba altında kalarak can verdi. Komşularımız insanüstü gayret sarfederek sorunun çözümünde önemli pay sahibi oldular. Dişi köpeklerin hepsinin kısırlaştırılmasını sağladılar, aşılarını yaptırdılar. Bu yaz sitede yedi köpek kaldı. Kanun çıktıktan sonra köpeklerin bazılarını özel barınaklara götürdüler, bazılarını da sahiplendiler.
Kanun çıkınca belediyelere sokak köpeklerinden şikâyetler yağmur gibi yağmaya başlamış. “Korkuyorum” diyen sarılıyor telefona. Yıllardır görevini yapmayan Gölbaşı Belediyesi, hemen gönderiyor hayvan toplama aracını. Uyuşturucu iğnelerle, zorla boğazlarından iplerle bağlanarak götürülüyor köpekler.
SİTENİN GÜVENLİĞİ; SOKAK KÖPEKLERİ
Oturduğumuz site Gölbaşı Belediyesi’nin hizmetlerinden nasibini almıyor. Yalnızca haftada üç gün çöp toplanıyor, o da yarım yamalak. Çöp kutuları asla ilaçlanmıyor, her taraf sinek dolu. Ama biri telefon edip sokak köpeklerinden şikâyetçi olursa, anında gönderiyorlar toplatma aracını.
İster inanın ister inanmayın, sitenin güvenliği sokak köpeklerine emanet. Kaçak Afganlıların sınırlarımızdan tabur tabur girmeye başladıkları günlerdi. Ellerini kollarını sallaya sallaya doğu sınırlarımızdan geçip bütün Türkiye’ye dağılıyorlardı. Bizim site de çevre yoluna yakın olduğu için nasibini aldı. Akşamüstü saatleriydi, kendilerini Ankara’ya kaçak olarak getiren araçlardan çevre yolunda inmişler, yürüye yürüye şehre gidiyorlardı. Sitenin bir ucundan girmişler, yürüyüş kolu halinde, resmen manga düzeninde evleri de gözetleyerek yürüyorlardı. Sokak köpeklerinin havlayarak onlara doğru koşturmasıyla dikkatimi çektiler. Hepsi sakallı, siyahlar giymiş yirmili yaşlarda bir manga Afgan! Hepsini siteden uzaklaştırana kadar köpeklerin havlaması kesilmedi, peşlerini bırakmadılar.
MENDİLCİ ÇOCUK MUSTAFA
Önümüze sürülen, tartışılmasını istedikleri ne varsa onu konuşuyoruz, asıl konuşulması gereken, çözülmesi gereken sorunlarımızı adeta unutuyoruz.
“Avrupa’da sokaklarda başıboş köpek var mı” diye soranlara, Avrupa’nın başıboş sokak köpeği sorununu nasıl çözdüğünü anlatmanın anlamı yok. İyi niyetli olan, öğrenmek isteyen araştırır, okur, öğrenir. Ben onlara sormak istiyorum; Avrupa’da sokaklarda dilenci, trafik ışıklarında canını tehlikeye atarak arabaların camını silip birkaç lira bahşişle nafakasını çıkarmaya çalışan küçücük çocuklar, 70 yaşının üzerinde mendil satmaya çalışan kadınlar var mı? Avrupa’da havanın kararmasını bekleyip pazaryerlerinde çürük-çarık meyve sebze toplamaya çalışan emekliler var mı? Avrupa’da ekmeğini çöpten çıkarmaya çalışan insanların olmamasının nedeni, sokaklarda çöp olmaması mı?
“İYİ Kİ ÖLÜM VAR!”
Bir doktor muayenehanesinin önünde yakınımı bekliyordum. Mesleğinde marka olmuş çok ünlü doktorlardan biri. Hastanede 4 dakika ayırabildikleri hastaya muayenehanede 1,5-2 saat ayrılabiliyor. Marka verip reklam yapmayalım, kapıdaki son model özel plakalı aracının ikinci el fiyatı 15-16 milyon lira. Kredi kartı, banka hesabına havale filan yok, muayene ücreti nakit ödeniyor. Ücret de öyle böyle değil, iki-üç hastanın karşılığı çok rahat bir asgari ücret!
Huyum kurusun, uzun süre beklemek zorunda kalınca, ben de onun kapısının önünde mendil satarak ekmeğini kazanmaya çalışan çocukla muhabbete başladım. Kırmızı ışık yandıkça duran arabaların arasında bir ona, bir diğerine koşturup duruyordu. Bu arada doktorumuzun sekreteri de kâğıt bardakta sıcak bir kahveyle kolluyordu mendilci çocuğu. Çocuk dediysem, yirmi küsur yaşlarında bir genç. “Abi adım Mustafa” dedi, “Sabıkalı olduğum için kimse iş vermiyor. Ben de mendil satarak karnımı doyurmaya çalışıyorum” dedi. İçeri neden düştü, hangi suçtan yattı sormadım bile. “Yetiyor mu kazandığın” dedim, “Yetiyor abi dedi. Buradan geçenlerin çoğu tanırlar beni, yardım ediyorlar” dedi. Işıkta duran arabalardan birinden el ettiler, fırladı Mustafa. Adam mendil filan almadan bir elli lira sıkıştırdı eline. “Bereket versin abi” dedi aldı parayı. Bir yandan sohbet ettik, Mustafa da nafakasını doğrulttu. “Bugünlük yeter, ben artık gideyim abi” dedi. Yeşil yandı, arabaların arasına fırlayınca “Dikkat et Mustafa, öleceksin” diye uyardım. Öyle bir cevap verdi ki, tokat yemiş gibi oldum, “İyi ki ölüm var abi. Ya olmasa?”
Mustafa’nın dediği gibi, ölüm kurtuluş umudu olduysa, vay halimize!