Faiz oranları için referans alınan en önemli ölçü bugünkü enflasyon değil, beklenen enflasyondur. Bunu tahmin etmek ise o kadar zor değildir. Zor gibi gözükmesini, faizi düşük tutmak üzere yapılan aşırı iyimser tahminler yaratıyor.
Evet faizin en düşük seviyede kalması, ülkenin bütün paydaşlarının ortak arzusudur. Ancak hakikati bilmek de aynı paydaşların en tabii haklarıdır.
Benim yıl sonu için enflasyon tahminim, yüzde 12-13 seviyeleridir. Dayandığım önemli nokta da 7 lirayı aşan dolar kurudur. Kurun aşağı yönlü olması mümkün olmadığına göre enflasyonu olumsuz etkilemesi doğal sonuçtur.
Bu tahminim dolar kurunun 7.20-7.25 seviyelerinde tutunma ihtimaline göredir.
Şirket bütçelerinin hazırlanması Ekim ayında başlayacağından, bir tahmin de o tarihte yaparız.
Peki kurun düşmesi neden mümkün değildir?
Yakın zamanda dövizin bollaşma ihtimali gözükmediği ve tersine aşağıda da açıklayacağım şekilde döviz ihtiyacı artacağı için enflasyona yapacağı olumsuz katkı güçlü ihtimaldir.
Uzun süre faizle kur birlikte baskılandığı için, TL’den kaçanın gideceği çok az adres kalmıştır.
TCMB, 2019 yılında yüzde 24 olan politika faizini düşürmekte ne kadar geç kaldıysa, bugün de faiz artırımı için o kadar geç kalmıştır.
Negatif reel faizin yüzde 5’i geçmesi, TL mevduatından uzaklaşmayı, altına ve dövize yönelmeyi gündeme getirmiştir. Üstelik piyasada nominal faize göre reel faiz hesaplama alışkanlığı olduğundan, negatif reel faizin doğru algılanması da 1-2 ay gecikmiştir. Oysa mevduat sahibi cebine girenle ilgilidir ve bunu belirleyen de net nominal faizdir. Kısaca, net nominal faizden beklenen enflasyon etkisinin giderilmesi yoluyla sağlanan getirinin adıdır reel faiz…
Bu durumda da 50- 100 baz puanlık faiz artışlarının ilaç olamayacağı açıktır.
Dövizdeki duruma dönersek;
Reel sektör borç ödemeleri için gereken döviz ihtiyacı, bireysel yatırım amaçlı da döviz talebi kur üzerinde etkilidir. Kuru baskılamak eldeki döviz rezervi imkanları ile sınırlıydı. Eldeki mermi bitene kadar da iyi netice verdi.
Ama bundan sonra?
Hiçbir zaman döviz kuru tahmini yapmadım. Hem kolay olmadığı için hem de spekülasyon yerine geçebileceği için ama durum zaten olduğunca açık…
Boşta parası olanın, bankadan kredi çekenin, ev satanın (müteahhitler) hep dolar aldığını duyuyoruz. Özel sektör şirketleri de döviz açık pozisyonlarına karşı, borç ödeme vadeleri gelmese de ‘kur daha da artabilir’ endişesiyle döviz biriktirme peşindeler. Bir taraftan özel sektörün mevcut döviz borçlarının maliyeti artarken, diğer taraftan Türkiye’nin kredi risk primi (CDS) yine 600’lü seviyelere geldiği için yeni dış borçların faizine 6 puan da buradan ilave gelecektir. Yabancı yatırımcının çıkması, turizm gelirlerinin azalması dövize ihtiyacı artırırken, cari açığın finansmanı da zorlaşmaktadır.
Beklenen enflasyon tahmini yaparken, en azından dövizin yönünü belirlemek üzere bu ayrıntılara girmek mecburiyetindeyiz.
Elbette TÜFE oranları her seferinde benim de tahminlerimin altında çıkıyor. Bu belki de kendi çıkardığım perakende enflasyonunun etkisinde kalmamdan kaynaklanıyor olabilir. O bakımdan her meslektaşımın kendi işletmesinin enflasyonuna göre işlerini planlaması daha gerçekçi olur.
Bunu en iyi anlatacak canlı bir örneği takdim edeyim. Temmuz TÜFE oranı yüzde 11,76 çıkarken, İTO’nun İstanbul için bir önceki yılın aynı ayına göre değişim oranı ‘Ücretliler Geçinme İndeksi’nde yüzde 13,41 olarak gerçekleşmiştir. Aradaki iki puana yakın fark fazladır ve dikkate alınmazsa yapılacak büyüme ve yatırım hesapları şaşabilir.
Tahmincilerin; tahmini yaptıkları günün tarihi ve bekledikleri enflasyon oranı yan yana konarak ve netice hasıl olduktan sonra da benzer tahminlerle kıyaslanarak, daha sonraki tahminleri için ne kadar referans alınabileceklerine ışık tutabilir.
Bir defa bile tutmamış olan tahminin sahibi; ister birey isterse kurum olsun, “ne diyecek?” diye merakla beklemenin anlamı yoktur.
Yıl sonuna ait tahminin ağustos ayında yapılmasıyla, ekim ayında yapılması da farklıdır. Hedefe yakınlaştıkça gerçeğin görülmesi kolaylaşır ve tahmine bile ihtiyaç kalmayabilir. Yani hedefe yaklaştıkça tahminleri büyük oranda değiştirmek alkışı hak etmez. Tam tersine öngörüsüzlük olarak değerlendirilir.
İşsizliğin arttığı, ekonominin küçüldüğü, tüketici talebinin düştüğü koşullarda, planlı şekilde para basmak doğal bir çözüm olsa da, ihtiyaçtan fazla para basmak enflasyonist baskı yaratır. Üstelik bu uygulama tüketicinin satınalma gücünün düşmesine ve tabiri caizse enflasyon vergisine de sebep olur (reel gelirin azalması görünmez vergidir).
Tüketici cephesi böyleyken, üretici cephesine de bakalım. İki senedir yazıyorum; kur artışlarında birçok depodaki eski hammaddeye veya ürüne fiyat artışı anında uygulanıyor. Bu da hem enflasyona hız kazandırıyor, hem de stoka yatırım yapmanın gerçek yatırımdan daha cazip hale gelmesini sağlıyor. İşte esas tehlikeli olan bu ikinci durumdur.
Gelir dağılımının bozulması, tüketici güven endeksini bir türlü kımıldatamıyor. Bana göre ilk bakılacak endeks budur. Tüketici evet demeden ve elini cebine atmadan diğer göstergelere bakmak bir anlam ifade etmiyor.