“Bodrum’da ve Marmaris’te can yelekleri artık bakkallarda satılıyor” dedi ana haber bültenleri. Yüzme bilmeyen ve cankurtaranlardan yoksun halk plajlarında beyaz slip donla denize girenlerin ülkesinde can yeleği satışları mı patlamıştı? “Florya Plajına halk gelince vatandaş kaçtı” derdi aydın cenahı. Vatandaş, slip don sevmezdi. Can yeleği de gerekmezdi ona, her vatandaş 3 tarafı denizlerle çevrili kendi adasında balık gibi yüzmeyi bilirdi. Sudan çıkmış balık olurdu sonra ötekiler, Mardinli midyeci bozardı Kordonboyu faytonların manzarasını. İzmir bir kaleydi, Egeli kompleksi bir tek kendisinin sağlıklı beslendiği, varlığıyla dünyayı aydınlattığı sanrısıyla kendinden emin yürürdü Kordon’da. Can yelekleri komşu ülkenin içinde körüklenen kirli savaştan kaçan mülteciler içindi, talep esnekliği sıfıra yakındı. Bir botta biterdi, terliksiz ayakların koşusu. Kadifekale, yersiz yurtsuzlaştırmanın anıtı gibi yükselirken semada, hepimiz biraz mülteciydik öz vatanımızda.
Trilyonluk masaların sahipleri, ye kürküm ye dünyasında bir elleri yağda bir elleri balda anlamaya çalışırlardı aç insanın halinden. Deve kuşu gibi kafasını kuma gömme benzetmesi bir küfür gibi kalırdı bu manzaranın karşısında. Penguen gibi siyah beyaz ve liderine yaranmak için yanı başında badi badi yürüyen bir nesil yetişiyordu. Nesli tükenen penguenler evlat edinilerek korunurken naif çevreciler tarafından, bir gecekonduda aç ölüyordu bir çocuk. Can yeleği yoksa, frak giydirelim. Ekmek yoksa, pasta yedirelim. Penguenler iyi bilirdi yüzmeyi.
Kayıtsız şartsız egemendik her şeye, açıldı meclisimiz. Kendi partisinin kurultayında gökten zembille inen kurtarıcı olmaya özenirken gençlik kollarının sade bir üyesini kahreden genel başkan, frakla çıktı kürsüye. Putlar birer birer yok ettiler kendilerini, bekleseler biz yıkacaktık oysaki. Siyasetin pornosu izlendi gündüz vakti ana akım medyadan. Zihinsel ve fiziksel gelişimi bozuldu bir yurdun. Taksim’de direnirken bir nesil, vurulup tertemiz alnından uzanmış yatarken, bir frak uğruna ya Rab ne güneşler batıyordu. “Dünyaya alışan şiir yazamaz” derdi Türkçe’nin en büyük şairi. Bir mısralık koca bir şiir yazılırken yurdun her yanında, televizyonlar devrimi değil, beyaz gömlekli, siyah ceketli penguenleri gösterirdi. Penguenleşme damarlarımıza işlerken, can yelekleri, gaz maskeleri, hidrotalsit solüsyonları çıktı acil durum çantalarımızdan. Herkes bir gün 15 dakikalığına da olsa mülteci oldu. Hayal bile edilemedi içimizdeki şenlik.