Arada 29 yıl gibi bir zaman var. Birinci grevin tarihi, 12 Eylül 1980 öncesi. Günde 40-50 kişinin öldüğü, ekonominin tıkandığı, genel grevin eşiğinde bir Türkiye’de bu grev. İkinci grev ise 12 Eylül’ün ezip geçtiği, Anayasal hakların, kazanılmış hakların, insan haklarının yok edildiği bir Türkiye’de. İşkolu aynı işkolu, o günkü adıyla “basın”, bugünkü adıyla “medya”. Sendika, Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS). 29 yıl sonra geldiğimiz yeri o kadar iyi anlatıyor ki aşağıdaki fotoğraflar. O pankartın asıldığı günü, rahmetli Oktay Kurtböke’nin “Grev gözcüsü” önlüğünü giyip Banknot Matbaası emekçileriyle omuz omuza fotoğraflarını çektiğim günü çok iyi hatırlıyorum.
Saati geldiğinde şalterleri indirip hep birlikte terk etmişlerdi matbaayı. Hep birlikte, neşe içinde toplanmışlardı “Bu işyerinde grev vardır” pankartını asmak için Beşevler’deki Banknot Matbaasının ana girişine. Yalnız değillerdi, gazetelerden, gazetelerin matbaalarında çalışanlardan da destek vermek için çok insan vardı orada. Yalnızca kol kola değil, yürek yüreğe bir dayanışma vardı, mesleki dayanışma vardı. Ama önce kendileri sahip çıktılar haklarına ve grevlerine. Davullar dövüldü, zurnalar çalındı, halaylar çekildi. Yüzler gülüyordu, gözler kararlıydı ve hakkını aramanın onuruyla dimdikti Banknot Matbaası emekçileri. O günün Türkiye’sinde başlarına her şey gelebilirdi, Piyangotepe, Balgat ve Bahçelievler katliamlarını yapanların, gözünü kırpmadan bu ülkenin aydınlarını kurşunlayanların kurtarılmış bölgesinin hemen dibindeydi üstelik grev.
Onlara kimse bir şey imzalatmadı, imzalatamazdı da. Sol gazete, sağ gazete ayrımı yapmadan bir mesleki dayanışma vardı. Hepimiz bilincindeydik bu hak arayışında dayanışma içinde olmamızın ne kadar önemli olduğunun. Birbirimize inanıyorduk. o gün onlar grevdeydi, bizler yanlarındaydık. Yarın bir gazetenin matbaasında greve gidildiğinde de onlar orada olacaklardı mutlaka, güveniyorduk. Filmimiz biterdi, birbirimize film verirken “sen sağ gazetede çalışıyorsun, vermem” dediğimi hiç hatırlamıyorum Mehmet Balıkçıoğlu’na. O filmlerini polise kaptırmamak için benim çantama attığında da kaygılanmazdı filmlerinin akıbeti için. Ortak sorunlarımız vardı, meslektaştık ve hepimiz birbirimizi kolluyorduk. Bizim için orada olmak, haklarını almak için kararlı bir mücadele başlatan emekçilerin yanında olmak da böyle bir şeydi işte.
Banknot Matbaası emekçileri ile basın o kadar dayanışma içindeydi ki, grev yabancı televizyonların, ajansların da gündemindeydi birkaç gün içinde. Yabancı basın organlarından en çok Fransız TF1 televizyonu ilgi gösterdi greve. Saatlerce röportaj yaptılar sendika yetkilileriyle ve grevcilerle, metrelerce film çektiler.
Basın güvenilirliğini yitirmemişti henüz. Medya tower, plaza nedir duymamıştık, gazete bürolarında çalışıyorduk, manyetik güvenlik kartlarımız da yoktu. Televizyoncular vardı ama Anchorman denilen şeyi de bilmiyorduk. Ve gazeteler, matbaalarda basılıyordu, “printing center”larla da tanışmamıştık. Şimdi bir 29 yıl önce çekilen Banknot Matbaası grevi fotoğraflarına bakın, bir de 29 yıl aradan sonra gerçekleştirilen ilk grev olan ATV-Sabah grevinin fotoğrafına. Nereden, nereye? Yoruma gerek var mı?