Kırgız ülkesini topraklarına katmak isteyen komşu bir Han varmış. Bu Han, Kırgız topraklarına bir casus gönderip, bilgi getirmesini istemiş. Casus, Kırgız Han’ının da katıldığı bir düğüne rastlar. Genç yaşlarındaki dombra sanatçısına Han yanında yer açar. Bu, casusun ilgisini çeker, birine sorar:
“Han, neden böyle yaptı?”
“O bizim ozanımızdır çünkü!” Saldırıya geçmek isteyen Han, bunu duyunca:
“Ozanına, sanatçısına saygı duyan, onlara değer veren, kültürünü yücelten ülkeyi yenmek kolay değildir!” der, Kırgızlara saldırmak düşüncesinden döner. (Kevser Ruhi, “Bozkır Masallarının Gölgesinde-Cengiz Aytmatov’un Hayatı” 2023)
Sanatçıya saygı duymayı geçtik, gün geçmiyor ki sanatçılarımıza engel olunmasın, önü kesilmesin! Yakın günlerde Anadolu turnesine çıkmak isteyen kaç tiyatroya izin verilmedi? Ahmet Telli, kırk yıl önce yazdığı şiirini okuduğundan dolayı on ay hapis cezası çarptırılıyor! Seçkin şairimiz, kültür adamımız Ataol Behramoğlu’nun bir Anadolu kentinde konuşması engellendi! Her gün bir festival yasaklanıyor, şarkı, türkü sanatçılarına gelen yasaklar ne?
Batıdaki devlet yöneticileri iktidara gelmeden önce tarih okurmuş. Bizde ise, iktidardan ayrıldıktan sonra. Eğer tarih okumuş olsalardı, Mustafa Kemal bir yandan yurdu düşmanlardan temizlerken, kültür, sanat çalışmalarını savaş kadar önemsediğini görecektiler. Ankara’daki, “Anadolu Medeniyetleri Müzesi”nin duvarında 1921 yazar. Gazi Eğitim ve Müzik Bölümü, bugün gördüğümüz görkemli binası bitirilerek 1926 yılında öğretime başladı. 1932 yılında dünyada örneği az bulunan Halkevleri kuruldu. Halkevleri, her türlü sanatın harman edildiği, halkın sanat yaptığı yerdi. Biz, geliştirdiğimiz Köy Enstitüleri’ni kapatırken, UNESCO bu modelimizi dünya gençliğine örnek gösteriyordu. 1950 yılında yönetime gelenler ilk önce bu kurumların kapısına kilit vurdu. Öyle olduğu içindir ki, 2 Temmuz 1993 günü 35 sanatçı, sanatsever Sivas’ta acımasızca gün ortasında yakıldı!
Hitler Almanya’sından kaçan yüzlerce bilim insanı, sanatçıya Atatürk Türkiye’si kucak açmakla özgür çalışma ortamı buldu. Onlardan bir akademisyene İkinci Dünya Savaşı sırasında Ankara Dil Tarih’te bir genç:
“Almanya yıkılıyor! Almanya yıkılıyor!” diye seslenir. Alman akademisyenin yanıtı şu olur:
“Almanya yıkılmaz! Almanya yıkılmaz! Almanya’nın Goethe’si var. Almanya’nın Beethoven’i var! Almanya’nın…”
Taş üstünde taş kalmayan o Almanya’ya biz, savaştan on beş yıl sonra işçi gitmek için sıraya girdik. Bizde Atatürk devrimleri aynı hızla sürseydi Almanya’dan bize işçi gelirdi. Biz,1950’den sonra tarikatlara kapı açarken, bilimden, sanattan uzaklaşırken onlar bilime, sanata sahip çıkıyor, bu alanlara yatırım yapıyordu. O yıllarda bizden oraya işçi gidenlerin çocukları büyüdüler, okudular, aşı geliştirdiler, bize sattılar. İki bilim insanı, tek başlarına, yılda bizim yıllık dış satımın iki katı dolayında gelir elde ettiler! Ya yurt dışına giden okumuşlarımız?
Bin yıllar öncesinden bilge şöyle sesleniyor: “Bir halkın türkülerini yapanlar, yasalarını yapanlardan daha güçlüdür.”