Başlıktaki soru bana ait değildir. TÜİK, bu soruyu kendisi sormuş ve cevaplamış. Eksik gördüğüm kısmı da ben tamamlamaya çalışacağım.
Aynı ekonomide birden çok enflasyon olabilir mi?
“Bir ekonominin sahip olduğu farklı piyasa ortamları vardır ki; tüketici, üretici, ithalat ve ihracat piyasaları buna örnek gösterilebilir. Piyasaların da kendi içlerinde fiyat genel düzeyleri farklılık gösterebilir. Kısaca, her piyasa içinde fiyatlar genel düzeyindeki değişim enflasyon olarak yorumlanabilir. Fakat kamuoyu genellikle üretici ve tüketici piyasalarındaki fiyat değişimlerini önemsemektedir.”
Kısa açıklama aydınlatıcı olmakla beraber neticesi reel sektöre yön vermede ihtiyacı tam karşılamıyor. İş insanı, işini sağlıklı yönetebilmek için çok daha fazla pencereden ayrı ayrı bakma ihtiyacı hissediyor.
– Ticaret yapanların her türlü iş planları ve bütçeleri TÜFE oranına dayanan tahminlerle gerçekleşiyor. Bırakınız geleceğe ait tahminlerin tutmamasını, yaşadığımız enflasyon oranlarını bile zaman zaman tartışıyoruz.
Çünkü; resmi enflasyon ayrı, gıda marketi, beyaz eşya, mobilya ve giyim mağazalarının enflasyonları da ayrı ayrı sonuçlar veriyor.
Zenginin enflasyonu ayrı, orta ve alt gelirlinin enflasyonu da ayrı…
Peki hangisi işimize daha fazla ışık tutabilir?
Elbette kullanacağımız yere bağlı olarak değişir.
– Her perakendeci kendi enflasyonunu bulmalıdır. Örneğin gıda perakendecisinin enflasyonu TÜFE’den çok daha yüksek çıkar.
Nerden belli?
Nisan ayında enflasyon oranı yıllık bazda % 19,50 çıkarken, ana harcama gruplarından gıda fiyatları % 31,86 yıllık artış kaydetmiştir (TÜİK).
Bu durumda, cirosunu yüzde 20 artıran bir gıda perakendecisi, enflasyon oranının gerisinde kalmadım diye sevinemez. Zira önemli oranda reel küçülme yaşadığı ortadadır.
– Hane halkı gelirleri düştükçe enflasyon sepetindeki fiili ağırlıklar değişir. Gelişmekte olan ülkelerdeki bu geniş kitle, harcamalarının büyük kısmını temel ihtiyaçlarına ayırırlar. Yani gıda, giyecek, kira ve ısınmanın ağırlıkları artar.
Örneğin TÜFE sepetinde gıdanın ağırlığı % 23,29 iken, alt gelir grubunun gelirleri içindeki gıdanın gerçek payı % 30‘un altına düşmez. Bütün araştırmalar bu tüketici grubunun gıda harcamalarına, gelirlerinin üçte birini ayırdığını gösteriyor. Nitekim TÜİK’in 2017 hane halkı bütçe araştırması sonuçlarına göre; en düşük % 20’lik gelir grubunda gıda ve alkolsüz içecek harcamalarının oranı % 28,6 olarak açıklanıyor. Hal böyleyken, iki sene önce gıda harcama grubu ağırlığının % 20’nin altına düşürüleceği söylemlerini duyunca şaşırmıştım. Gerekçeyi duyunca ise şaşkınlığım daha da artmıştı. AB’de gıda ağırlığının % 16-17 olması referans olarak gösteriliyordu. Yani bizden 4 kat fazla gelire sahip ülkelerle, bu temel ihtiyaç grubunun ağırlığı eşitlenecekti. Gıdanın ağırlığını azaltarak daha makul bir enflasyon rakamına ulaşmak mümkündür ama en doğru sonuca ulaşılamayacağı kesindir. Nitekim geçici bir düşüş yaşansa da (2016’da % 23.68 olan gıda ağırlığı, 2017’de % 21.77’ye düşürülmüştü) bu yılın başında kısmen düzeltilmiş oldu (% 23.29).
Yetmeyeceğini yukarda belirtmiştim. Üstelik bu noktaya, 2010 yılındaki % 27,6’lık gıda ve alkolsüz içecekler ağırlığından geldik. Oran hiç olmazsa öyle kalmalıydı.
Neden mi?
Zira 2010 yılında 10.079 dolar olan kişi başı milli gelir, 2018 yılında 9.632 dolara inmiştir. Ve de AB ülkeleriyle gelir makası daha da açılmıştır.
– Ülkemizde TÜİK dışında enflasyon hesabı yapan başka kurumlar da var. Örneğin TÜİK ile İTO arasında da önemli farklar oluştuğu görülüyor.
İTO’ya göre, Nisan’da bir önceki aya göre perakende fiyatlar % 2.81 artmış gözükürken, TÜFE aylık % 1.69 artmış gözüküyor. İTO’da giyim fiyat artışı aylık % 10.09 iken, TÜFE giyim aylık artış oranı % 5.36 çıkıyor.
İTO’da Nisan ayı gıda fiyat artışı % 3.25 iken, TÜFE gıda aylık artış oranı % 1.40 çıkmıştır. Elbette ilki sadece İstanbul ile sınırlıdır ama farkın bu kadar büyük olabilmesi de ilginçtir. Zira artık gıda fiyatlarına yön veren İstanbul merkezli ulusal zincir marketlerin ulaşmadığı Anadolu kenti kalmamıştır.
– TÜİK enflasyon sepetinde, genele yansımayan harcama kalemleri vardır. AB İstatistik Ofisi EUROSTAT’ın uyguladığı uluslararası ve bölgesel standartlarla, Türkiye’nin metodolojisi arasında önemli bir fark yoktur. Yani TÜİK veri üretme yönteminin bize göre değişime uğraması söz konusu değildir.
Ancak 418 ürünü kapsayan enflasyon sepeti tartışmaya açıktır.
• Alkollü içecek ve tütün ana harcama grubu, nüfusun en az yarısının yaşamı boyunca ilgi alanı dışındadır.
• Ana harcama gruplarından kültür ve eğlence ile lokanta ve otelin payı alt gelir grupları gelirleri içinde yok denecek kadar azdır.
• Hacca ve Umreye gidiş de çok az vatandaşa nasip olan bir görevdir. Her yıl yaklaşık 70 bin kişinin hac ibadeti, 400 bin kişinin de umre ziyareti yaptığı düşünülürse, nüfusumuzun yıllık binde beşini ilgilendiren bir harcama kalemi olduğu açıktır.
• Pencere (PVC) ve musluğun değiştiğini, bir insanın yaşamında kaç kere gördüğünü takdirlerinize sunuyorum. Ben hiç görmedim mesela.
• Sürücü eğitim ücreti, sürücü olmayanı ilgilendirir mi? Sürücü olanın da yaşamı boyunca sadece bir kere muhatap olduğu bir harcama kalemidir.
• Benzer örnekleri çoğaltmak mümkündür. Ancak konu anlaşıldığına göre öneri kısmına geçelim.
Sonuçta; uluslararası standartlarla hazırlanan TÜFE sepeti sabit kalsa da, ikinci bir sepete sadece halkın çoğunluğunun her sene sürekli kullandığı ürünler ve aldığı hizmetler konmalıdır. Böylece daha gerçekçi bir ortak enflasyon oranına ulaşılabilir diye düşünüyorum.