Geçtiğimiz hafta İstanbul Beyoğlu’nda “Onur Yürüyüşü”nü fotoğraflayan AFP foto muhabiri kardeşimiz Bülent Kılıç, polis tarafından ağır şiddete maruz kaldı, gazeteci olduğunu söylemesine rağmen darp edilerek yere yatırıldı, ters kelepçe takılarak gözaltına alındı. Yüzüstü yere yatırıldığında kendisini darp eden polislerden biri diziyle boğazına basarak nefessiz kalmasına neden oldu. Tekrar tekrar benzetmeler yapmayalım, Bülent ölümden döndü.
TGS, Gazeteciler Cemiyeti, Çağdaş Gazeteciler Derneği, Türkiye Haber Kameramanları Derneği, Türkiye Foto Muhabirleri Derneği ve hemen hemen bütün basın meslek örgütleri tepki gösterdiler, ortak tavır sergilediler.
Bülent Kılıç’ı sırtında polisler, acı içinde yerde gördüğümde, ister istemez aktif foto muhabirliği günlerimi hatırladım. Ölümle burun buruna geldiğim çok oldu ama 12 Eylül döneminde böyle bir şiddete maruz kalmadım. Yaka paça gözaltına almalar olurdu, mutlaka gidip burnumuzu sokardık. Hiç değilse bizim “Ne yaptılar, suçları ne” sorularımız biraz da “bu insanlar sahipsiz değil” anlamını taşırdı. Polisten “sen işine bak” cevabını aldığımda “Ben gazeteciyim, benim işim bu” diye diklendiğimde yelkenleri indirdikleri çok oldu.
Ama arkamızda Nadir Nadi gibi gazetecilikten gelme gazete sahipleri, Uğur Mumcu gibi “ölümüne” gazeteciler vardı. Arkamızın nasıl sağlam olduğunu bir örnekle kısaca anlatayım. Bir gösteriyi izlerken Işık Kansu’yu gözaltına aldı polisler, götürüp Çiftlik Karakolu’nun nezarethanesine attılar. Hızla büroya döndüm. Uğur Abi bürodaydı. “Abi, Işık gözaltına..” diye olanları anlatmaya niyetlendim ama cümlemi bitiremedim. “Işık” ve “gözaltı” kelimelerini duyar duymaz rahmetli Uğur Mumcu sarıldı telefona. Ne bu olaydan önce ne daha sonra onu bu kadar sinirli görmedim. Telefonun diğer ucunda kim vardı bilmiyorum, bağırmaktan kıpkırmızı kesildiğini hatırlıyorum. Yaklaşık 1-2 dakika içinde, Başbakan Süleyman Demirel telefonun diğer ucundaydı. Demirel’le konuşmaya devam ederken eliyle ahizeyi kapatıp “Sen fırla git karakola” dedi bana. Çiftlik Karakolu’na gittiğimde Işık nezaretten çıkartılmış, komiserin karşısında çayını içiyordu. Uğur Abi, Işık için Bakanlar Kurulu toplantısından çıkartmıştı bu ülkenin başbakanını.
Başımıza neler geldi, neler yaşadık diye biraz arşiv karıştırdım. Nerelerden nerelere gelmişiz meğer.
1989’da İstanbul’da 1 Mayıs günü bir polis tarafından alnının tam ortasından vurularak öldürülen Mehmet Akif Dalcı’nın cenazesinde çıkan olaylar sırasında gazeteciler polis şiddetine maruz kaldılar, coplandılar. Gazetecilerin coplanmasını protesto etmek için birçok yerde yürüyüş ve protesto gösterileri düzenlendi. Ankara’da Güvenpark’ta toplanan gazetecilerle birlikte DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit de eski bir gazeteci olarak Rahşan Ecevit’le birlikte yürüdü.
Gazeteciler Güven Park’tan çıkıp biraz ilerideki eski Başbakanlık binasına yöneldiklerinde yolları 100-150 kadar Çevik Kuvvet polisi tarafından kesildi. Gazeteciler ve Bülent Ecevit’le polisler ve Ankara Emniyet Müdürü Mehmet Ağar arasında tartışma çıktı. Mehmet Ağar, gazetecilerin yürüyüşüne izin vermeyeceğini söyledi ve dağılmalarını istedi. Gazeteciler Başbakanlık’a kadar yürümekte kararlıydı. Mehmet Ağar net bir şekilde “Buradan geçemezsiniz” dedi.
Bunun üzerine Bülent Ecevit, Mehmet Ağar’a “Ben eski bir başbakan olarak buradan geçerim ve Başbakanlık’a yürürüm, bana engel olamazsınız. Bunu engellemeyin, Türkiye’de gazetecilerden bu tepki gelmezse bütün dünyada Türk ulusunun saygınlığı zedelenir. Arkadaşlarımız her demokratik ülkede yapılması gerektiği gibi uygarca, sessiz, barışçı biçimde yürüyorlar. Polis, gazeteci arkadaşlarımızın çalışmalarını, kanunlara ve Anayasa’ya aykırı olarak engellemiştir. Arkadaşlar bunu içlerine sindirmek istemediklerini belirtmek için yürüyorlar” dedi.
Ecevit’in dik duruşunun ve sözlerinin de verdiği cesaretle gazeteciler polisin kurduğu barajı yardılar, Başbakanlık binasının önüne kadar yürüdüler. Kalemlerini çıkarıp Başbakanlık merdivenlerinin basamaklarına bıraktılar, protestolarını alkışlarla dile getirdiler.
“Buradan geçerim, Başbakanlık’a yürürüm, bana engel olamazsınız!” diyebilecek meslek büyüklerinin, halkın haber alma hakkı uğruna canlarını ortaya koyarak görev yapan gazetecilerin yanında olması gerekiyor.
Unutmayın; bütün siyasiler gelir geçer, isimleri bile unutulur gider. Ama tarihi yazanlar tutuklansalar da dövülseler de öldürülseler de unutulmazlar.