Dünyada ve ülkemizde çok kötü şeyler oluyor…
Kötülük çağında yaşıyoruz sanki. Savaşlar, ölümler, öldürümler… Her yerde kan var! Yeryüzü bahçesinde “kızıl güller” değil “kötülük çiçekleri” açıyor artık! Dünya ölçeğinde örgütlü bir kötülükle karşı karşıyayız. Güçlülerin zayıfları ezip yok ettiği, kötülerin borusunun öttüğü böyle bir dünyada soluk almanız bile gitgide zorlaşıyor…
“Kötülük” kavramı tarih boyunca filozofların da ana tartışma konularından biri olmuştur.
Spinoza’ya göre, “Kötülük, yalnızca insan zihninde mevcuttur.”
Bu durumda kötülüğün somut varlığından söz edemeyecek miyiz?
Kötülüğün nedenleri üstüne en çok kafa yoranlardan biri de çağdaş felsefeci ve siyasal bilimci Hannah Arendt’tir. Yahudi kökenli bir Alman olan bu önemli düşünür ve yazar, kötülüğün kökten gelen bir şey mi yoksa sıradan insanların çoğunluk görüşüne boyun eğmelerinin bir sonucu mu olduğu sorusuna yanıt ararken, Nazilerin işlediği suçların geleneksel kötülükten ayrı bir suç türü olduğunu saptamış ve bu yeni suç için “radikal kötülük” kavramını kullanmıştır. Arendt, bu durumu aynı zamanda “kötülüğün sıradanlaşması” olarak nitelemiştir.
Bugün Arendt’in tanımlamalarını doğrulayan bir durum var Türkiye’de. AKP iktidarı, -son örneğini Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesi olayında gördüğümüz gibi- hukuku ayaklar altına alan uygulamalarıyla “kötülüğün cisimleşmiş biçimi” olarak duruyor karşımızda…
* * *
Aşağıda mektubunu okuyacağınız Fahri Aral arkadaşımız da benzer düşünceler içinde. Önemli kuruluşlarda yayın yönetmenliği yapan; editör ve yazar olarak birçok kitaba imza atan Fahri Aral, mektubunda dil konusuna değinirken, siyasal iktidarın oluşturduğu “ifade dünyası”nı Arendt’in kavramlarıyla açıklıyor:
“Sevgili Attila,
Her hafta yazını okuduktan sonra oturup bir şeyler karalayayım diyordum. Bir türlü fırsat bulup yazamadım. Nihayet bizim ‘nevzuhur’ yazar, politikacı, spiker ve cümle ağzı laf yapan zevatın severek kullandığı ‘lansman’ kelimesine değinince hem bir hatır sorayım hem de kafamdan geçen bazı şeyleri paylaşayım dedim.
Aslında bu ve bunun gibi bazı kelime ve kavramların yaygınlaşmasını, bu iktidarın oluşturduğu cehaletin bir anlamda sistemleşmesi olarak görüyorum. Kurumlaşmış bir cehaletin, toplumun her kademesine yayılmasını istedikleri için olur olmaz yerde ‘iltisak‘, ‘algı operasyonu’, ‘terör bağlantısı’ vb. kavramlar etrafında bir ifade dünyası yaratıyorlar. Meclis’teki sözcülerinden, eli hasbelkader kalem tutmuş yazarlarına; kimi kanallarda her gece boy gösteren konuşmacılarına kadar her yandaş, yukarıdan gelen cehalet incilerini biçimlendirip genişletiyor. Tıpkı H. Arendt‘in tanımladığı ‘kötücüllüğün yaygınlaşması’ gibi… Artık yukarıdan gelecek bir talimata ve onun uygulanma biçimine gerek yoktur, aşağıdakiler onu daha da kötücül hale getirip yayacaktır. Ben bu gelişmeyi faşizmden, faşist kurumların oluşumundan bir anlamda farklı görüyorum. Bu ‘Cehalet Sistemi’, hem başta kendine inanmış kitlelere faşizmden ayrı olarak ‘nispi’ bir hareket serbestisi veriyor hem de biat kültürünü sağlamlaştırıyor.
Neyse, bu konu şimdi uzadıkça uzar, hem yeri de değil. Ama gerçekten her hafta çok iyi bir iş yapıyorsun. Şimdi bizim cenahtaki bilgisizliğin ayrıntılarına da girmeyelim. Başta Cumhuriyet ve BirGün olmak üzere süregelen yanlışlar çok can sıkıcı; atılan başlıklardan, altında çalakalem yazılmış haberlere kadar bir sürü şeyi ortaya dökmek gerekir. Eskiden sayfa sekreterleri, haber ve makale kültürünün yanı sıra sorumlu oldukları sayfaların ruhuna da hâkim olabiliyorlardı. Şimdi böyle bir işbölümü var mı acaba?
Selam ve sevgilerimle…”
* * *
“Radikal kötülüğün” ülkemizde yarattığı en tehlikeli sonuçlardan bir de “örgütlü cehalet”. Evet, Saray rejimi kültürel iktidarını kuramadı belki ama bilgisizliği kutsamayı ve kurumlaştırmayı başardı! 22 yıllık baskıcı iktidarını da bu kara güce borçlu zaten. Siyasal İslamcı kadro, yüzyıllık Türkiye Cumhuriyeti’nde adım adım şeriatın taşlarını döşedi. Bunu “örgütlü radikal kötülük”le gerçekleştirdi. Bütün bunlar olurken düzen muhalefeti kulağının üstüne yattı! Toplumsal çürümenin türlü yansımalarını artık her alanda görebiliyoruz. Düşüncedeki çağdışılık da dildeki bozulma da ahlaki çöküntü de bunun sonucu…
Evet, Türkiye’de bugün yaşadığımız durumun özeti budur: Cehaletin örgütlenmesi, kötülüğün sıradanlaşması…
* * *
HAFTANIN NOTU
Güle Güle Mario Levi
Türk dili, büyük bir dostunu, Türkçeyi yurt edinmiş önemli bir yazarını yitirdi…
“Benim en derin vatanım Türkçedir” diyecek kadar âşıktı dilimize. Bir başka aşkı ise İstanbul’du. Birilerinin ihanet ettiği İstanbul, onun için “bir masaldı”. PEN Yazarlar Derneği’nin açıklamasında belirtildiği gibi, “İstanbul sokaklarında, her bir kaldırım taşının altında öyküsü” vardı onun…
Biz Levi’yi çok sevmiştik. Bizden biriydi. Mutluyduk birlikte yaşamaktan…
Türkçenin, Türkçe sevdalılarının başı sağ olsun. Sevgili Mario Levi’nin toprağı bol olsun…