Hukuk ne derse desin, CHP, internet adresi uzantısındaki
gibi sıradan bir “org.”, örgüt değil; Atatürk önderliğinde
“Eskisini yıkıp yenisini kurmuş” koskoca, kurucu bir
“kurumun” (CHP’nin) ricali, iktidar getirmediğini göre göre,
73 yıldır kendi mahallesini vahim biçimde kırmak,
küstürmek pahasına karşı mahalleye yağ çekip,
yılışıp durmakta niye bu kadar inat eder?
“Şu ortamda CHP eleştirilir mi?”
Eleştirilir! Hem de en çok bu ortamda eleştirilir.
Çünkü “gönül, umduğuna küsermiş…” Bu millet CHP’den çok şey umuyor(du)!
***
CHP ricalinden(*)(** biri, 24 Haziran seçimlerinden sonra, “artık kendi mahallemize değil karşı mahalleye sesleneceğiz” buyurmuştu. Sonra cümbür cemaat “yerel seçimde muhafazakâr olup olmadığına bakmadan, kim seçilebilecekse” onu aday göstereceklerini fetva buyurdular. Sonra “Entelektüel, akademik, elitist bariyeri aşıp sağ partilere oy veren büyük kesimin dilini kullanmaya” karar verdiler. Sonra, bütün rical “parlamenter sistem” diye çırpınırken reis-i umumi “parti programının cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine göre yeniden düzenlemeleri için talimat verdiğini” söyledi. Yaklaşan il ve ilçe kurultaylarına “tek adayla” gidileceğini adeta “müjdeledi”. Ve nihayet son günlerde (Eylül 2019 başı) yansıyan bilgilerden anlaşılıyor ki program değişikliği çalışmalarında “6 ok”un tartışılmasına, değiştirilmesine kadar giden bir “ilerleme”(!) kaydedilmiş. (Bkz. Umut Oran, “Umut Oran’dan 4 Eylül Çıkışı”, 3 Eylül 2019, umutoran.com)
… “artık kendi mahallemize değil…”
Ne “artık“ı?..
CHP ricali, daha 1946’da Hasan Ali Yücel’i kendi içindeki gericilere (CHP ricaline göre “muhafazakâr”) kurban ederek başlamadı mı bu anormal, kendi ayağına kurşun sıkan “muhafazakar olduğuna bakmama, karşı mahalleye, sağ partilere oy verenlere seslenme” zekasızlığına? (Bkz.: Alev Coşkun, Eğitimde Çığır Açan Devrimci Hasan Ali Yücel, s.: 48-49, Çağdaş Matbaacılık, İstanbul, 1999)
Demek bu anormallik (işte asıl burada) artık(!), ayağına değil kafasına kurşun sıkma noktasına gelmiş!
Lozan’da, Lord Curzon’un “Bütün taleplerimizi reddediyorsunuz. Şimdi reddettiğiniz taleplerimizi cebime koyuyorum. Yeni devletinizi oluşturunca kalkınmak için paraya ihtiyacınız olacak. Para bir bizde var, bir de (yanında oturan Amerikalı gözlemciyi işaretle) bir de bunlarda. O zaman bize geleceksiniz; ben de şimdi cebime attıklarımı o gün çıkarıp önünüze koyacağım” dediği, Atatürk’ün “ikinci adamı” ve Cephe Komutanı olarak CHP ricalinin simgesi Milli Şef İsmet İnönü, Curzon’u haklı çıkarırcasına, bir zamanlar savaştığı emperyalist Batının limanına demir atmaya karar vermişti.
İnönü’nün, 1948’de NATO’ya üyelik başvurusunu, önce “Türkiye’nin NATO’da ne işi var” dercesine kaşları çatık bir şaşkınlıkla karşılayan o zamanın İngiltere’si Amerika, sonra “öyleyse demokratikleşin, liberalleşin, devletçilikten vazgeçin, ekonomiyi özel sektöre bırakın” şartını koştu. Demokratikleşme şartının gereklerinden biri de laiklik uygulamasının olabildiğince gevşetilmesi, yumuşatılması, açıkçası dinin siyaseten istismarına yol verilmesiydi. Batı bunu bu kadar açık söylemedi ama diplomatik iması bu idi. Zaten Türk tarafı, yani Milli Şef de bunu böyle anlamıştı.
1947’deki yedinci olağan kurultayda, Milli Şef’in uygun gördüğü delege ve milletvekilleri, onun dolaylı işaretleri üzerine; işaret etmediği bazıları ise durumdan vazife çıkararak Milli Şef‘in anladığının ve planladığının gereğini [Demokrat Parti’nin (DP) 1946 seçimlerindeki küçük başarısını dini de kullanmasıyla açıklayıp] bolca tekke, türbe, zaviye, din dersi, Kuran kursu, imam-hatip, ilahiyat fakültesi edebiyatı yapmadı mı? “Ölü yıkayacak imam bulamıyoruz” diye kerameti kendinden menkul iddialarla ağlaşıp, bunları fevkalade manidar şekilde halkı, gençliği komünizme kaptırmamak gerekçesine bağlamadı mı?
’47 Kurultayı hem CHP için hem Türkiye için tam bir kırılma noktası değil miydi? 2019’da zirvesine ulaşan karşı devrim, başta laiklik olmak üzere tüm cumhuriyetin adeta yok edilmesi çabası, “cihad”ı bu kurultayla başlamadı denebilir mi? Bunlar bilerek amaçlanmadıysa(!?), sonuçların öngörülmemesi de büyük bir gaflet değil mi? Öngörü sahibi bir stratejist olması gereken, ordular komutanı bir general olarak İsmet Paşa böyle bir öngörüsüzlüğü savaşta yapsaydı sonucu, sadece iktidar kaybetmek kadar basit olur muydu? Hele ya öngörüsüzlük değil de bilinçli bir tavırsa?..
1947 Kurultayı ve sonrasında, delegelerin temennilerinin, tekliflerinin yasalaşmasına, uygulamaya konulmasına rağmen, karşı mahalleye şirin görünemeyip iktidarı kaybetmekten kurtulamayan Milli Şef İnönü’lü CHP ricali; Demokrat Parti’nin tek başına kolay kolay cesaret edemeyeceği bir büyük geri dönüşün atılmış temelini, gümüş tepside DP’ye sunmuş olmadı mı? Karşı devrim inşaatı bu temelin üstüne rahatça devam etmedi mi?
Peki karşı mahalleye, gericilere (ricale göre muhafazakarlara) mavi boncuk dağıtmaya doydu mu CHP ricali?
Ortanın solunun, yüzde 42’nin, Kıbrıs harekatının, haşhaş ekimi yasağının kaldırılmasının kahramanı, büyük kalabalıkların “Kara Oğlanı” Bülent Ecevit, CHP sağındaki ANAP’la, DYP ile, yüz ağartmayacak yöntemler kullanarak 11’lerle, MSP ile, MHP ile ortaklık kurmakta hiç tereddüt etmezken; “Türkiye’de Marksist partilerin varlığını kabul ederiz, destekleriz. Ama partimizde Marksist istemeyiz” patolojik saplantısıyla, CHP soluna karşı duvar örmedi mi?
Kılıçdaroğlugiller, bir “bütün toplumu kucaklayacağız” nakaratı tutturunca, bütün toplum diye Ecevit’in 11’lerle koalisyonu gibi Mehmet Bekaroğlular, Muhammed Çakmaklar, Sena Kaleliler, Bülent Kuşoğlular, Turhan Tayanlar, Sinan Aygünler yahut Binnaz Topraklar doluşmadı mı partiye? Ricalden Baykalgiller, Kılıçdargiller altı okun bazılarının kırılmasından söz etmekte, kutlu doğum haftalarına koşturmakta, çarşafa rozet takmakta, “yargının Fetullah cemaatinin kontrolüne geçtiğini kabul edemem” diye demeç patlatmakta, Zaman gazetesini ziyaret edip “ben her gün okurum Zaman’ı” diye iltifat sunmakta hiç sakınca gördü mü?
(Recep Erdoğan Cumhuriyet’i ziyaret eder mi? En az özetleri okuduğu veya dinlediği halde, “ben her gün Cumhuriyet okurum” der mi? Dedi mi?)
Tek başına iktidar getirmediyse de “karşı mahalleye” seslenmediği ve “hakça bir düzen için toprak işleyenin su kullananın” demekle yetindiği halde (ve bu söylem sayesinde), 1977’nin bir % 42’si yok muydu? O CHP’nin türevi olan DSP’de aynı Ecevit “Vahdettin iyi padişahtı”, “Fethullah Hoca yurt dışında iyi işler yapıyor”, “başka partilerdeki mütedeyyin vatandaşları kazanacağız”, “dine saygılı laiklik” diye karşı mahalleye kaş göz oynatmakla, değil % 42, bir daha % yirmilerin üstüne bile çıkamayıp sonra da “ha var ha yok” olmadı mı?
39 ilin belediye başkanlığını kazandığı 1989 yerel seçimlerinde, CHP ile baba bir ana ayrı kardeş SHP’nin karşı mahalleye seslenişi var mıydı?
Üç beş yıllık birkaç koalisyon ortaklığı dışında hiç tek başına iktidar yüzü görememek ve sonunda yüzde 20-25 arasına saplanıp kalmak dışında, 73 yıldır karşı mahalleye seslenmek diye tutturan CHP ricali, CHP’ye, ona büyük umutlarla bağlanan seçmenine ve Türkiye’ye ne kazandırdı?
AKP soldan devşirdiği milletvekillerine, kapıda çırılçıplak soyup “sadık AKP’li” üniforması giydirirken; kendilerinin karşı mahalleden devşirdiklerinin genel merkeze mescit açtığı, “Atatürk ilkelerinin ve Cumhuriyetin bekçisi değilim, olmak istemiyorum” veya “Fetullah hoca Türkiye’de bir fenomendir, kimsenin görmezden gelemeyeceği bilge bir adam”, ya da “tekke ve zaviyeler yeniden açılmalıdır” dediği CHP ricali, 1999’da baraj gölünde boğulmanın failinin rakipleri değil bizzat kendi seçmeni olduğunun farkında mı?
Ricalden Baykal da Şeyh Edebali edebiyatı yapmıyor muydu?
CHP ricali, 1999’daki barajda boğulma hadisesini hiç hatırlamadan, CHP seçmenini çantada keklik; hatta uçmayıp öyle duran balmumundan keklik heykelleri; o heykellerin üzerine karşı mahalleden uçabilen keklik eklerlerse de yüzde 35-40’lara çıkacaklarını sanmıyor mu?
Birkaç dar koalisyon parantezi dışında, 73 yıldır Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olduklarını idrak, hele kabul ettiler mi?
Bunları Kılıçdarzade Kemal Bey’e bir elektrikli mektupla hatırlattığımız zaman “CHP seçmeni elbette CHP yönetiminin aldığı her kararı benimsemek zorunda değildir” cevabı verildi. (Bizzatmı yazdı bilinmez, e-mektubumuza verilen e-cevaptabizzatKemal Kılıçdaroğlu imzası vardı.) Ama Ekmeleddin Faciasında önce çantada balmumu heykel sanarak “tıpış tıpış gideceksiniz” dediği ve uçmaz sandığı kekliklerin üç milyonu, uçup sahile konunca “şezlong demokratları” diye fırça yemedi mi? Oysa keklikler de “kuş” değil miydi? Hem de uçabilen…
73 yıldır kendi seçmenini kızmaz, öfkelenmez sanarak sürdürülen patolojik “ille de sağın keklikleri” inadı, yenilen pehlivanın güreşe doymaması değil mi?
Olmuyor işte! Olmadı!
Divan şairi Hayali’nin “O mahiler ki derya içredirler, derya nedir bilmezler” dizesi ünlüdür.
ANAP, AP-DP-DYP çizgisi, karizmatik liderleri çekilince eridi. Yahut buharlaştı.
İmparatorluk yıkmış, Cumhuriyet-devlet kurmuş; kapatılmış, meclise girememiş; kaç başkan değiştirmiş, karizmatik liderleri hayattan ayrılmış, sonrakilerin bazıları hapse girmiş, ama hep var olan CHP ise bir derya…
CHP’nin ricali ise derya içinde deryanın ne olduğunu bilmeyen balık!..
CHP ricali, emperyalizme karşı bir savaşın ana karargahı olan, o günlerin çok ağır koşullarında onca ilerici devrimi, Atatürk’ün önderliğinde ama parti tüzel kişiliği olarak yapan CHP’nin “sol” olmak zorunda olması gerektiğini biliyor, kabul ediyor mu?
Kimse CHP’den yeni bir Komünist Manifesto, ya da Kapital döktürmesini beklemiyor. CHP’nin “sol” olmasından kasıt, “kocasından habersiz ailenin kadınının hesabına para yatıracağız” diye, AKP’nin ayni olarak yaptığını, nakdi olarak taklit etmeye kalkışmaMAsı! “Sol” olmak bu değil; inandırıcı değil. Etkilemiyor insanları.
CHP ricali neden “size olta takımı vereceğiz, balık tutmayı öğreteceğiz, balığı siz tutacaksınız” diyemiyor? Özelleştirmeleri bitirip yeniden fabrikalar açarak insanlara iş vermekten, CHP’nin Atatürk döneminden çok iyi bildiği, bugünkünden çok farklı bir ekonomik kalkınma anlayışından neden söz edemiyor? Dillerine biber sürülür diye mi korkuyorlar? Beyinlerine mi zaten biber sürülmüş? Yahut, ancak bunlardan söz etmeyince mi iktidar olacaklarını sanıyorlar gerçekten?
“Türkiye’de artış gösteren Amerikan karşıtlığını dengelemek için Türkiye ile ABD arasında öğrenci, iş adamı, yerel yöneticilerin değişimi, ortak kültürel ve sanatsal etkinlikler düzenlenmesi gibi toplumsal güven artırıcı önlemleri hayata geçireceğiz.”(!) (CHP 2011 Seçim Bildirgesi, “ABD ile İlişkiler”, PDF metin, sayfa 126, madde 3).
Sağ partiler bile bu kadar açık konuşamadı! CHP’nin “sol” olmasından kasıt, böyle abesle iştigallerden vaz geçmesi! ABD’ye şirin görünmek de solculuk olmayıp karşı mahalleye mavi boncuktur; CHP’nin üstüne de vazife değildir. Türkiye’de bunu yapacak parti çoook… Ayrıca ABD bunu hiç umursamıyor. Hele CHP yaptığı zaman!..
Çarşafa rozetin, kutlu doğuma koşturmanın sağ seçmence umursanmadığı gibi…
CHP’nin “sol” olmasından kasıt, bütün dünyanın bildiği kendi değerlerine, kendi mahallesine, yani gerici faşist İslamcılık karşısında aydınlanmacılığa ve laikliğe, sermaye karşısında emeğe, emperyalizm karşısında ulusal çıkarlara saygılı yani antiemperyalist, tam bağımsızlıkçı olması…
Oysa Ricalden Baykal‘ın 92 programında, ergen heyecanıyla esnek üretim alkışlanmıyor muydu; din-inanç hadisesi sivil topluma bırakılacaktır diye, sosyal piyasa diye saçmalık besteleri yapılmıyor muydu? (Bereket akil CHP’li bir kadının isabetli ve ısrarlı uyarılarıyla bunlar programdan çıkarıldı. Hatta üst düzey bir CHP’li, o muhterem akil kadına “sayende program komünist manifesto gibi oldu” diye “espri” yaptı. Niye? Din alanının sivil topluma bırakılmasını, sosyal piyasa saçmalığını ve özellikle emperyalist kapitalizmin emek ve insan sömürüsündeki son icadı esnek üretimi programdan çıkarmak zorunda kaldıkları için! Hepsi bu… Bu kadarcığı bile CHP ricali için şakayla karışık da olsa “komünistlik”ti!!!
Sorun ne? Aman karşı mahalleye, sağ seçmene kötü görünmeyelim!!!
70 küsur yıldır bitmeyen, dinmeyen ve asla istenen sonucu da vermeyen bu ne nafile inattır!
CHP ricali, Avrupa sosyal demokratlarının, sosyalistlerinin, komünistlerinin “hal-i pür melaline” hiç mi bakmaz?
Nerede Santiago Carillo’lu İspanya, Gramsci’li, Enrico Berlinguer’li İtalya sosyalist, Georges Marchias’lı Fransa komünist partileri? Bir zamanların Felipe Gonzales’li efsane İspanya Sosyalist İşçi Partisi bugün yüzde 22; Avrupa sosyal demokratlarının anası, defalarca % 40’larla seçim kazanmış Alman Sosyal Demokrat Partisi, karşı mahalleye göz kırpıp duran Schroder’den sonra yüzde 20’lerde değil mi?! Jeremy Corbyn’le önemli bir sıçrama yapsa da, İngiltere İşçi Partisi’nin Tony Blair gibi son derece hazin, tarihi bir ayıbı yok mu? Corbyn’in en büyük muhalifleri kendi partisinin ricali değil mi?
Bu partilerin hepsi, CHP ricaline de yarım asırdan fazladır verilen, onların da pek beğendiği akıl(!) üzere, en başta özel sektörü ve özelleştirmeleri destekleyerek, işsizliğe karşı çıkmayarak karşı mahallenin gözüne girmeye çalışmadı mı? Blair, parti tüzüğündeki, işçi örgütleriyle organik ilişki öngören maddeyi çöpe atmadı mı? Corbyn bu maddeyi çöpten çıkardı mı?
Hangisi seçmen zengini oldu? Tersine, çantada balmumundan keklik sandıkları kendi seçmenlerini sağ partilere kaybetmediler veya tamamen sandığa, hatta demokrasiye küstürmediler mi?
“Tarih tekerrürdür derler. Ders alınsaydı tekerrür eder miydi hiç!..”
“Başkalarının tarihinden de…” diye eklemek gerek.
CHP ricalinin kendi tarihinden, yanlışlarından ders almadığı gibi, başkalarının tarihinden, yanlışından da ders aldığı söylenebilir mi?
Hukuk ne derse desin, CHP, internet adresi uzantısındaki gibi sıradan bir “org.”, örgüt değil; Atatürk önderliğinde kendisi kurucu olmuş bir KURUM!
“Eskisini yıkıp yenisini kurmuş”, koskoca, kurucu bir “kurumun” (CHP’nin) ricali, iktidar getirmediğini göre göre, 73 yıldır kendi mahallesini vahim biçimde kırmak, küstürmek pahasına karşı mahalleye yağ çekip durmakta niye bu kadar inat eder?
CHP ricalinin derdi kimin başkan olacağı mı?! CHP 1999’da sadece Baykal genel başkan olduğu için mi barajı aşamadı? O gitti, Kılıçdaroğlu geldi ne değişti? O gelirken de büyük bir heyecan ve umut (Gandi Kemal!..) yok muydu? Şimdi Kılıçdaroğlu gider başkası gelirse CHP ilk seçimde iktidar mı olacak?
İlle de karşı mahalleden oy devşirmek için CHP’yi tanınmaz hale getirerek iktidar olunacağını nereden çıkarıyorsunuz?
Hem “ille de iktidar” olmaya takılıp kalmak niye? İktidara kök söktüren, istemediği yasayı çıkartmayan taş gibi bir muhalefet olmak niye yetmiyor? (AKP’yi İç Tüzük tasarısını geri çekmek zorunda bıraktıkları birleşimde nöbetçi grup başkanvekili galiba Muharrem İnce’ydi.)
CHP’nin doğurduğu Cumhuriyet tahrip hatta yok edilirken, CHP ricali niçin basit tweet açıklamalarıyla, Salı konuşmalarıyla yetinir?
Nazım Hikmet’in dizeleriyle, artık şu İsrafil’in surunu üfürme vakti gelmedi mi?
Yoksa CHP ricali, CHP’nin sağ iktidarların yedek lastiği, bastonu konumunda, sözde çok partililiğin konu mankeni bir sistem partisi olmayı kabul mü etti?
Sistem kurmaksa, CHP bir sistem kurmamış mıydı? Şimdi CHP ricalinin CHP’yi baston, yedek lastik yapmaya çalıştığı izlenimini verdiği sistem, CHP’nin, Atatürk’ün kurduğu sistem mi? CHP ricalinin oluşturmak istediği CHP, Türkiye’nin ihtiyacı olan CHP mi?
CHP’yi, adı üstünde “halkın” hizmetkârı, umudu haline getirmek değil mi CHP ricalinin görevi?
CHP’siz bir Türkiye düşünülemez. Ama “böyle”(!) bir CHP de düşünülemez!
Atatürk’ü, seçmenlerinizi ciddiye almıyorsunuz. Ama hiç değilse aynaya yüzünüz kızarmadan bakabilmeli değil misiniz?
* ricâl (Arapça): üst düzey yetkililer
** Bu yazıda “rical”, CHP’nin yönetiminde söz ve yetki sahibi, gelip geçici, bugün var yarın yok zevatla CHP’nin kurumsal kimliği, manevi varlığı arasında fark olduğuna dikkat çekmek için ısrarla vurgulanmıştır. CHP, özellikle Atatürk sonrasında, hatta onun zamanında bile CHP’yi yönetenler demek değildir. Dolayısıyla buradaki eleştirilerin tamamı, Atatürk’ten sonraki CHP yöneticilerinin bireysel ve kolektif kişiliklerine yöneliktir. A. T.