Başlığa bakıp heyecanlanmayın lütfen! Yazıyı sonuna kadar okumanızı öneririm.
Demokrasi sözlük anlamıyla halkın kendi kendini yönetmesi. Halk anlamına gelen demos ile egemenlik-güç-iktidar anlamına gelen kratos sözcüklerinin birleştirilmesiyle türetilmiş bir kavram demokrasi. Tarihsel kökeni antik Yunan kent devletlerine uzanıyor.
En sade tanımıyla demokrasi siyasal yönetim ve denetimin doğrudan ya da seçilmiş temsilciler aracılığıyla halkın elinde olduğu, toplumsal ve ekonomik durumu ne olursa olsun tüm yurttaşların özgür ve eşit sayıldığı yönetim biçimidir.
ABD’nin 16. Başkanı Abraham Lincoln’e atfedilen ifadeyle, demokrasi halkın halk için halk tarafından yönetilmesidir.
Demokraside egemenlik halka aittir. Mustafa Kemal Atatürk’ün ifadesiyle “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir!”
Teokraside ise İslamcıların ifadesiyle “Hakimiyet kayıtsız şartsız Allah’ındır!”.
Sözlüklerde diktatörlük de, siyasi iktidarın bir kişinin veya birçok kişinin oluşturduğu grup tarafından denetimsiz olarak kullanıldığı siyasi düzen olarak tanımlanıyor. Diktatör de, “bütün siyasi yetkileri kendinde toplamış kimse, zorba” demek. Diktatörlüğün tarihsel kökeni antik Roma’ya uzanıyor. Diktatörlük rejimleri ülkeden ülkeye, krallık, padişahlık, imparatorluk, monarşi, oligarşi, monokrasi, otokrasi, despotizm, faşizm vs olarak adlandırılıyor
Marksizm’e göre siyasetin özünde toplumun sınıflara bölünmüşlüğü vardır. Demokrasi üretim araçlarının sahibi egemen sınıfın diğer sınıflar üzerindeki barışçıl diktatörlüğüdür. Sosyalist demokraside üretim araçlarının mülkiyeti tüm topluma aittir; ihtiyaca göre üretilir, emeğe göre paylaşılır; iktidar aşağıdan yukarıya oluşur, gerçek demokrasiye sınıfsal ayrılıkların ortadan kalkacağı komünizm aşamasında ulaşılır; daha doğrusu devlete ihtiyaç kalmaz.
Hangi tanımlara itibar edersek edelim, şimdilik “halkın kendi kendini yönetmesi demokrasi”, “denetimsiz siyasi iktidar diktatörlük” diyelim.
***
TÜRKİYE’DEKİ REJİM DİKTATÖRLÜK MÜ DEMOKRASİ Mİ?
Soru böyle damardan omurgadan olunca yanıt vereni çok olur; ilk çağ filozoflarından başlar, çağdaş siyaset felsefecilerine ulaşır. Biz çağdaş siyaset bilimcilerinden Fathali Moghaddam’a kulak verelim. Anımsatmak gerekirse, İran doğumlu Moghaddam Georgetown Üniversitesi’nde psikoloji profesörüdür, Diktatörlüğün Psikolojisi kitabının yazarıdır; 2013 yılında üniversitede konferans veren Emine Erdoğan’a kitabını hediye etmesi Türkiye siyaset çevrelerinde hayli manidar karşılanmıştı.
Diktatörlüğün Psikolojisi, siyasetin sınıfsal özünü görmezlikten gelse ve Marksizm’i aşağılasa da demokrasinin kimi standartlarını vurgulaması nedeniyle göz atmaya değer bir kitap. Özellikle AKP seçmenlerinin kitabı okumalarında yarar var. En azından kime ‘diktatör’ denir, onu öğrenirler. Yazarın İran’da yaşadıklarının Türkiye’de yaşananlara benzerliğini şaşırtıcı bulurlar mı, bilemem.
Fathali Moghaddam’a göre bir ülkenin demokrasiyle yönetilip yönetilmediği dört soruluk bir testle kontrol edilebilir. Test, “Şehir Meydanı” başlığı altında “Bir yurttaş yaşadığı şehrin meydanına çıkıp, tutuklanma, hapse atılma ve fiziksel şiddete uğrama korkusu olmadan özgürce konuşabilir mi?” sorusuyla başlıyor.
Testin ikinci sorusu: Ülkede iktidar seçimle mi değişiyor? Seçimler hür ve adil bir ortamda mı yapılıyor?
Üçüncü soru şöyle: Ülkedeki azınlıklara karşı ayrımcı politikalar uygulanıyor mu?
Nihayet bir diktatörlüğün en önemli yapı taşına ilişkin soru: Ülkede yargı bağımsız mı?
Bu dört soruluk teste başka sorular da eklenebilir. Parlamento ne kadar etkili, düşünce ifade ve basın özgürlüğü var mı, üniversiteler baskı altında mı, parti içi demokrasi var mı vs…
Buna göre Türkiye’nin demokrasiyle yönetilip yönetilmediği sorusunu yanıtlamak zor olmasa gerek. Görünen köy kılavuz istemez veya arife tarife ne hacet değil mi?
***
DİKTATÖRLÜKTEN DEMOKRASİYE NASIL GEÇİLİR?
Şimdi söz memleketten yani Türkiye’den dışarı; diktatörlükten demokrasiye nasıl geçilir sorusuna yanıt arayalım. Bundan sonrası Platonik düşüncelerdir, okunması şart değildir.
Varsayalım ki ülke oligarşik dikta ile yönetilmektedir, yani küçük ve ayrıcalıklı bir grubun diktatörlüğü altındadır. Oligarşi üyelerine günümüzde oligark denmektedir.
“Oligarşi gelir üstünlüğüne dayanan bir devlet modelidir. Zenginlerin yürüttüğü fakirlerin hiç karışmadıkları bir düzen yani (550d).”
“Zenginler para kazanacak ve harcayacak türlü yerler bulurlar. Rahatça kazanmak ve harcayabilmek için de yasaları bozarlar. Sonunda ne kendileri sayarlar kanunları ne de kadınları. Komşu komşuya özene özene zamanla bütün toplum onlara benzer” (550e)”
“O zaman kendileri daha zengin, daha da zengin olma peşine düşerler; paraya verdikleri değer arttıkça, doğruluğun adaletin değeri düşer. Zenginlikle doğruluk ve adalet öyle ayrı şeylerdir ki, ikisini teraziye koydun mu, zenginlik kefesi hep aşağı iner. Yükselmeye, şana şerefe düşkün insanlar da zamanla para düşkünü, cimri ve açgözlü olurlar. İşte o zaman oligarşide başa geçeceklerin sınırını belirten bir kanun çıkar. Belli bir gelire ulaşamamış insanlar devlet yönetimine giremezler (550e).”
“Böyle bir devlet bütünlüğünü kaybeder ister istemez, ikiye bölünür. Bir yanda yoksullar bir yanda zenginler! Aynı toprak üstünde yaşayan bu iki topluluk boyuna birbirine diş biler (551d).”
“Baştakilerden başka herkes dilencidir hemen hemen. Dilencilerin yanı sıra hırsızlar, yankesiciler, kanlı katiller, eli bıçaklı insanlar, haydutlar…(552e)”
“Akıl ve yüreğe gelince, sultanın ayakları altındadır (553d).”
“Peki oligarşiden demokrasiye nasıl geçilir? (555b)”
“Bir devlette yurttaşların hem zenginlik peşine düşmeleri hem de ölçülü tokgözlü olmaları mümkün değildir. Bu yüzden oligarşilerde devlet adamları, yurttaşların ölçüsüz para harcamalarına, israflarına göz yumarlar. Sonunda iyi soylu yiğit kişileri beş parasız bırakırlar. Böylece toplumda bir sürü işsiz türemeye başlar. İçlerinde zehir taşıyan bu başıboş insanların bütün düşünceleri devleti yıkmak, düzeni değiştirmek olur. Zenginlerse bu mutsuz insanları görmezler, servetlerini artırmaktan başka bir şey düşünmezler. Onlar sermayelerini büyüttükçe toplumda serseriler çoğaldıkça çoğalır (555d, e; 556a).”
“Bu durumda, cılız bir beden nasıl dışarıdan gelecek küçük bir sarsıntıyla hemen yatağa düşerse, devlet de en küçük sebeplerle sarsılır, iç savaş başlar; ikiye bölünen halkın bir kısmı yabancı oligarşilerden, bir kısmı demokrasilerden yardım ister. Yabancılar karışmadan da kavganın alıp yürüdüğü olur. İşte bu kavgada fakirler galip geldi mi demokrasi kurulur. Zenginlerin kimi öldürülür, kimi yurt dışına sürülür. Geri kalan yurttaşlar devleti ve devlet işlerini eşit şartlarla paylaşırlar. Demokrasi ya böyle silah gücüyle kurulur ya da zenginlerin korkup kaçmalarıyla (557a).”
Özetle, millet zengin-fakir diye bölünüp birbirine girecek, iç savaş çıkacak; ya azınlıktaki zenginlerin kaçıp gitmeleriyle ya da iç savaşta fakirlerin zenginleri yenmeleriyle, yani silah zoruyla oligarşik diktadan veya monarşiden demokrasiye geçilecek.
Dediğim gibi Politeia’ya ilişkin Platonik düşünceler bunlar. Tarihte bu yolla kurulmuş bir demokrasi var mı, bilemiyorum. Nitekim Fathali Moghaddam’ın belirttiğine göre, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana dünyada 316 diktatör gelip geçti; bunlardan sadece 32’si halk ayaklanmasıyla devrildi; 205’ini de aynı azınlık grup içinde başka diktatör adayları devirdi. Monarşiler, oligarşiler, diktatörlükler nasıl devrilmiş olurlarsa olsunlar, ahım şahım bir demokrasiye geçildiğini okuduğum tarih kitapları kaydetmiyor. Türkiye tarihinde de monarşiden cumhuriyete silah gücüyle geçildi ama demokrasiye geçilebildi mi? Hâlâ tartışıyoruz. Sahi Türkiye demokrasiyle mi yönetiliyor?