Bir dilin varsıllığı, genel olarak o dilin söz dağarının genişliği ile ölçülür.
Kuşkusuz bütün diller kültürel etkileşim sonucu birbirinden ödünç sözcükler alabilir. Ancak bu alışverişin, dillerin doğal yapısına uygun olması gerekir. Çünkü her dil kendi kurallarıyla vardır. Yabancı sözcüklerin ve söyleniş biçimlerinin bu kurallar gözetilmeden alınması, dilde yozlaşmaya yol açar.
Öz dilimizde anlaşılır karşılıkları varken yabancı sözcüklere yönelmek özentidir. Küresel koşulların da etkilediği bu eğilimin dildeki yozlaşmayı hızlandırması kaçınılmazdır.
Eski Milli Eğitim Bakanlarından, yazar, eğitimci ve ünlü hatip Hamdullah Suphi Tanrıöver’in (1885-1966) yeğeni olduğunu belirten, ancak adının açıklanmasını istemeyen okurumuz da yabancı sözcük özentisini eleştiriyor ve mektubuna eklediği şiirimsi bir metinle kimi uyarılarda bulunuyor:
“Sayın Attila Aşut
‘Kulağı Ters Taraftan Göstermek’ başlıklı yazınızı okudum. Görüşümü belirtmeden önce, canımı çok yakan bir konuya değindiğiniz için teşekkür ederim. Anadilimizin gelişigüzel biçimde yazılıp konuşulmasına çok üzüldüğümü hemen belirteyim.
Ailem, anadilimizi doğru konuşurdu. Ben de hep dikkat ettim ve zaman zaman yaptıkları uyarıları gönülden dinledim. Ne de olsa Hamdullah Suphi Tanrıöver‘in yeğenlerinden biriyim ve kendisini babamla birlikte defalarca ziyaret ettik. Yatağının ucundaki iskemlede sessizce otururken sohbetini ve mükemmel Türkçe konuşmasını zevkle dinlerdim.
Yazınızda okurlarınıza hatırlattığınız hataları ve yaptığınız uyarıları görünce içime su serpildi. Türkçe sözcükleri beğenmeyip İngilizcelerini kullananlara sinir oluyorum. Adam Türkçeyi konuşamıyor ama giderken ‘bye bye’ diyor ya da sizi anladığını anlatmak için ‘okey’ diyor.
Başka örnekler de var: Güzelim ‘kışkırtma’ sözcüğünün yerini ‘provokasyon’ almış. ‘Cankurtaran’ gitmiş, yerine ‘ambulans’ gelmiş. ‘Ayrıntı’ yerine ‘detay’ diyorlar. Bu konudaki duygu ve düşüncelerimi bir şiirle kâğıda döktüm. Lütfen siz de uyarılarınıza ara vermeyin. Teşekkür ve saygılarımla.”
Okurumuzun yabancı sözcük kullanımına ilişkin şiirli eleştirisi de şöyle:
ANADİLİNİ BEĞENMEYENLERE
Depoyu fulleme, doldur yeter.
Detayla karıştırma aklımı, ayrıntı yeter.
Ambulans çağırmayın, cankurtaran yeter.
Kuaföre gitmeyeceğim, berber bana yeter.
Provokasyon vız gelir, kışkırtma yeter.
Performans gösterme, verimli olman yeter.
Komple kaybetmek neymiş, tamamını kaybetme yeter.
Hastalık pik yapabilir, zirve yapmasın yeter.
Adamlar direkt içeri girmesinler, doğrudan girmeleri yeter.
Evraklar demeyin çünkü zaten çoğuldur
Belgeleri gösterin bana yeter.
Görüşmek üzere, Allah’a ısmarladık, eyvallah,
İyi günler, iyi geceler, ne dersen de,
Bay bay deme ne olur, Türkçesi bize yeter.
Ana sütü bebeğe, anadilimiz düşündüğümüzü söylemeye yeter.
Daha pek çok örnek yazardım ama
Bu kadarı bile utancımı anlatmaya yeter.
* * *
BİR BAŞLIKTA ÇİFTE YANLIŞ!
(Cumhuriyet, 16 Mart 2024)
Doğrusu: “Suç örgütü elebaşısı yakalandı.”
HAFTANIN NOTU
Cezaevlerindeki Hasta Tutsaklar
Türkiye’deki cezaevlerinde sağlık hakkından yeterince yararlanamayan, ilaca ulaşmakta güçlük çeken, sağaltımları uygun koşullarda yapılmayan yaşlı ve hasta yüzlerce insan var. Bu insanlar, evrensel ve anayasal hakları hiçe sayılarak adeta ölüme terk edilmiş durumdalar. Son iki yılda cezaevlerinde yaşamını yitirenlerin sayısı 94’e ulaşmış. Gazetemizde yer alan bir habere göre, cezaevlerinde halen bin 517 hasta tutuklu bulunuyor.
Siyasal iktidar, hasta hükümlüler arasında ideolojik ayırımcılık yapıyor. Şeriatçı Madımak kundakçıları, Hizbullah katilleri çeşitli infaz düzenlemeleri ve örtülü aflarla dışarı salınırken, sol örgütlerden hüküm giyenler ve kumpas mağduru askerler, ağır hastalık durumlarına karşın yıllardır hücrelerde tutuluyor. Kendi gereksinimlerini tek başına karşılayamayacak durumdaki bu insanlar, ancak ölüm sınırına gelince bırakılıyor; salıverildikten kısa süre sonra da zaten yaşamlarını yitiriyorlar…
Bugün ilerlemiş yaşlarına, çeşitli hastalıklarına ve Adli Tıp Kurumu’nun “cezaevinde kalamazlar” raporlarına karşın 28 Şubat hükümlüsü beş emekli general (Çetin Doğan, Fevzi Türkeri, Cevat Temel Özkaynak, Erol Özkasnak, Yıldırım Türker), Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın imzadan kaçınması yüzünden cezaevinde tutuluyor. Bu davranışı hukuki ve insani bulmuyoruz.
Cezaevleri ezaevine dönüştürülmemeli. Vicdan sahibi herkesin böyle keyfi uygulamalara karşı ses yükseltmesi gerekir.