“Marifet iltifata tabidir” diye bir sözümüz var. Yaptıkları başarılı işlerin beğenilmesi durumunda, insanların daha verimli olacaklarını belirtmek için kullanılır. Bu sözün, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde yaşamış (1883-1976) Necmeddin Okyay adlı bir sanatkâra ait olduğu söylenir. Bu kişinin on parmağında on marifet varmış. Hattatlık, mücellitlik, ebruculuk, gül yetiştiriciliği başlıca uğraşları arasındaymış. Adamcağız, sanatkârlıktaki bu başarılarını daha ileri düzeye taşıyabilmek için doğal olarak insanlardan iltifat beklermiş…
O sözün devamı ise şöyleymiş: “Müşterisiz meta zayidir.” Basın diline uyarlarsak: “Okuru olmayan yazı boşuna yazılmıştır!”
“Dilin Kemiği” yazılarını kimseden “iltifat” bekleyerek yazmıyorum. Tam tersine, yazılardaki eleştirel tutumum yüzünden düşman kazandığım bile söylenebilir. Ama eksik olmasınlar, okurlarımız arasında cömert övgüleriyle destek verenler de az değil. Zaten bu destek olmasaydı, yıllardır sürdüremezdim BirGün’deki dil yazılarını…
Hoş görüleceğini umarak bu hafta “mültefit” okurlarıma bırakıyorum köşemizi…
* * *
NURULLAH ATAÇ’IN İZİNDEN
“Değerli Üstadım,
Ben gazeteleri internet üzerinden okuyorum. Her cumartesi önce BirGün’e göz atıyorum, sonra diğer gazetelere. Gazetelerde beğendiğim köşeyazılarını dikkatle okuyorum. Gerekirse notlar alıyorum. Abartmıyorum, en çok ilgimi çeken, sizin dil üzerine yazdıklarınız. Bu yazılar, dili etkili kullanma bağlamında bir yandan okuyucuyu bilinçlendirirken diğer yandan Türkçeyi doğru, güzel, etkili kullanmanın önemine vurgu yapıyor. Bugünkü (7 Eylül 2024) köşeyazınız da öyle. Çok önemli bir konuya değinmişsiniz: Özensiz yazı başlıkları ve çalakalem yazılar! Sosyal medya üzerinden okuyucuya ulaşan yeniyetme yayıncıların Türkçeyi özensiz, savruk, bilinçsiz kullanmaları beni rahatsız ediyor. Fakat köklü bir gazeteden alıntıladığınız dil özensizlikleri, anlatım bozuklukları, içimi daha çok acıtıyor. Bu vesileyle Nurullah Ataç‘ı bir kez daha sevgiyle ve özlemle anıyorum. Bu gazeteciler ve köşeyazarları, Ataç‘ın dil konusunda kaleme aldığı uyarıcı, eğitici, yol gösterici yazıları okumazlar mı hiç? Okumazlarsa ayıp; okuyup anlamadılarsa daha da ayıp!
Üstadım, siz, Nurullah Ataç‘ın açtığı yolda yılmadan, yorulmadan yürüyen önemli bir kalemsiniz. Yolunuz açık, beyniniz aydınlık olsun.
Esenlik dileklerimle.”
ÖZCAN TEMEL- Yazar (Giresun)
* * *
DİL YAZILARININ TİRYAKİSİYİM!
“Attila Bey merhaba,
“Çeviri Söylemler” başlıklı yazınızı zevkle okudum. Sizinle tamamen hemfikirim. Öz Türkçe söylemem gerekirse “düşündeş”im…
Sizin yüzünüzden her cumartesiyi iple çeker oldum!
Saygılarımla,
TORÇAY ULUÇAY- Çevirmen
Not: 1990 Boğaziçi Çeviri Bölümü mezunuyum.”
* * *
“ALKOLLÜ AT!”
“Sayın Aşut,
Hemen her yaz, çocuklarımızı Kuşadası yakınlardaki Değirmen Çiftliği’nde ata bindiriyoruz. Alanda, görünür yerdeki bir tabelada kurallar yazıyor. Bu kurallardan biri şöyle: “Alkollü ata binmeyiniz”!
Geçen sefer görevliye, “Böyle sanki atlar alkollüymüş gibi oluyor. ‘Alkollüyken’ yazsanız belki daha uygun olurdu” dedim. Görevli hiç beklemediğim bir cevap verdi: “Bu kuralları kimse okumuyor, hep sözlü olarak açıklamak zorunda kalıyoruz. Açıkçası ben en çok sizin bunları okumanıza şaşırdım!”
Bazen aslında okunmayan metinleri düzeltiyormuşuz gibi geliyor!
Saygılarımla.”
ÇAĞRI YALGIN (Helsinki, Finlandiya)
* * *
Değirmen Çiftliği’ndeki uyarı levhası, bana nedense “Namaza durmayın!” diyen fıkradaki Bektaşi Babası’nı anımsattı. Biliyorsunuz, namazdan söz edilen o aktarımda, “alkollüyken” demeyi unutmuştu erenler!
Bu levhada işleri karıştıran ise bir virgül eksikliği. “Alkollü” sözcüğünden sonra virgül kullanılsaydı belki anlam bu kadar karışmayacaktı. Ama daha tam ve doğru ifade, değerli okurumuzun da belirtiği gibi, “Alkollüyken ata binmeyiniz” olmalıdır.
HAFTANIN NOTU
Ali Yerlikaya, Soylu’dan Farklı mı?
Geride bıraktığımız haftanın başında, Kızılay’da acayip bir polis yığınağı vardı yine. Yüksel Caddesi ile Konur Sokağı’nın kesiştiği noktada Çevik Kuvvet polisleri konuşlanmıştı. İnsan Hakları Anıtı’nın çevresinde ise sivil polisler her zamanki gibi pusuda bekliyordu! Üstüne üstlük, birkaç polis aracı da gözaltına alınacaklar için Mülkiyeliler Birliği’nin önünde hazır bekletiliyordu. Güvenlik güçlerinin bu olağanüstü hareketliliğini görünce, “Acaba bugün hangi devrimcinin ölüm yıldönümü?” diye düşündüm. Çünkü böyle abartılı görüntülere genellikle özel günlerde tanık oluyorduk. Meğer o gün Fernas maden işçilerinin basın açıklamasını engellemek için yığmışlardı onca polisi Yüksel Caddesi’ne!
Günlerdir hakları için eylem yapan bu işçiler, maden sahibi AKP’li vekilin şirketi önüne gidince gözaltına alınmışlardı. Ertesi gün de Yüksel Caddesi’nde Çevik Kuvvet polislerinin müdahalesiyle karşılaştılar…
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, selefi Süleyman Soylu’dan görevi devraldığı gün, hukuka ve insan haklarına bağlı kalacağına söz vermişti. Ama uygulamalarında bu duyarlığı göremiyoruz. Tam tersine, insanların yasal / anayasal toplanma, gösteri ve ifade özgürlükleri keyfi biçimde engelleniyor. Anayasa’nın 34. maddesini artık ilkokul çocukları bile ezberledi ama bu temel hakkın dokunulmazlığını Ali Yerlikaya’nın emrindeki güvenlik güçlerine anlatamıyoruz!