Saçlarını rüzgârda savurmaktır özgürlük. Uzun saçlarının rüzgârla buluşması ferahlatır kadınları. Bir filmin son sahnesine ne çok yakışır, saçlarını rüzgâra vermiş bir kadının dik duruşu. Her filmin son sahnesi yeni bir başlangıçtır. İçindeki yolculuğu bitirir de kadın, başka bir yola düşer kimi zaman. 25 yaşındadır, pembe en çok ona yakışır. Gönlü ondadır mahallenin delikanlılarının. Gözleri bir başka dünyanın kapısıdır, “başka bir dünya mümkün” derken alır en güzel halini. Saçlarını toplar arkadaşının düğününde, güzelim gözleri ortaya çıkar. Evindeki küçük odası mabedidir genç kızın. Her gün kendi elleriyle temizler bütün evi. Çok sevdiği babasına bile temizlediği odaya kurumadan girmesine izin vermez. Odası, en temiz hayallerin kurulduğu mahremidir. Ondandır, koca postallarıyla içeri girmek isteyenlere “galoş giyin” demesi. Genç kızlık hayallerinin yanında, yeni bir dünya hayali de ezilmek istenir o koca postalların altında. Sterilize edilsin tüm yurt, bizden olmayanın boynu altında kalsın diye sürülür yağlı urganlara incecik boyunlar. Kıldan ince, kılıçtan keskince bir yoldur devrim, gencecik fidan gibi genç kızlar sırtından vurulur. Ama’lı, fakat’lı, kendileri yapmışlardır’lı cümleler dökülür lağımlardan. Lağım fareleri sokaktan evin içine girerler. Yurdun en temiz insanları, “çizmelerimi çıkarayım mı, sedye kirlenmesin?” diye sorarken bir can pazarının çıkışında, en kirli ayaklar altında ezilir bir genç kızın narin hayalleri. Mabedimize, evimize ayakkabılarıyla girenler, bu yurdun gördüğü en büyük, en nitelikli başkaldırmayı yapan fidanlara “camiye ayakkabılarıyla girdiler” suçlaması ile toplar oyları. Kapılarındaki Kâbe’yi yıkanlar, can havliyle mabede kaçan çocuklara “mabede girerken galoş giyin” der. Devlet, galoş giymez, bırakır ayak izlerini cinayet mahallinde. Devlet, prezervatif de takmaz, tecavüze uğrayan doğursun, biz bakarız der.
Öyle günler yaşıyoruz ki, bir gün içinde birçok filmin son sahnesine tanık oluyoruz. Bir umut bekliyoruz, diyoruz ki o ölürse film biter. Esas kız olmadan film olur mu? Bu coğrafyada filmler hep retrospektif çekiliyor bilmiyoruz. Hayatımızın başrolünden alıyor bizi muktedir, repliklerimizi kendisi yazıyor. Yaşam alanlarımıza tekmeyle, yumrukla, koçbaşıyla, postalla girilirken, en narin talebimiz bile ölümümüze yol açıyor. Çocuklarımız artık kendi evlerinin oturma odalarında, ilk emekledikleri, ilk kez düştükleri yerde sırtlarından vuruluyor. Bu defa düştüklerinde eğilip yeri de “ah” yapamıyoruz. Ahımız yerde kalıyor. Cenazeleri bile kaçırılıyor alelacele. Suçluya iyi hal indirimi yapılsın diye jet kanunlar çıkarılıyor, acilinden lacivert takım elbise temin edilip, hâkim karşısında nasıl el pençe divan durulur dersleri veriliyor. 25 yaşında, koca gözlü, zifir saçlı bir fidan daha düşüyor toprağa. Cenazesinin üzerine duvak koymaya bile gidemiyor eller. Başka bir dünya mümkünse, bu yurt o dünyanın cehennemi olsun isteniyor. Biz bu devleti, ayak izlerinden tanıyoruz.
“Bir başkaldırma ancak saçlarından tutulur” der şair. Sen yine de saçlarını toplama küçük kız. Savur rüzgâra. “Herkes fazlasıyla sevmiş, ben eksikleriyle de sevdim oysa” yazıyor instagram hesabında. Eksik bir şey mi var hayatımızda zifir saçlı kız, gözlerimiz neden sık sık doluyor? Buralarda artık hep şimal rüzgârları esiyor, zor olsa da dünyayı ağır bir halı gibi çırpmalı. Tozlar havalansın, koca bir bahar temizliği yapmalı. Sonra mabedimize girmek isteyen herkese galoş giydirmeli ki, kirlenmesin tertemiz kavgamız. “Kimse dokunamaz bizim suçsuzluğumuza”.