Medyayı ve siyaseti izlemek ruh sağlığını olumsuz etkiliyor. Kamuoyu araştırmaları hep bunu doğrulayıcı sonuçlar üretiyor. Medyayı ve siyaseti izlemenin ruh sağlığını daha da bozduğunu bilmek için böyle araştırmalar gerekmiyor aslında. Hayatın günlük akışı bunun birebir tanığı ve doğrulayıcısı.
Günlük yaşam daha uykudan uyanır uyanmaz her an başa gelebilecek tatsızlıklarla zaten yeterince can sıkıcı. Buna bir de egemen siyasetin vicdan ve ahlaktan yoksun söylemleri eylemleri, medyanın aynı ölçüde sinir bozucu haberleri eklenince ruh sağlığını koruyabilmek iyiden iyiye zorlaşıyor. En basitinden sinir sistemi alarma geçiyor, tansiyon yükseliyor, olan biten karşısında çaresizlik duygusu depresyona yol açıyor. Öyle olunca fiziki sağlık da olumsuz etkileniyor, uyku düzeni bozuluyor vs…
***
Araştırmalar, siyasetten medyadan uzak durmanın ruh sağlığına iyi geldiğini gösteriyor. Bu düşünceyle ben de hayli zamandır basılı gazete almıyorum; televizyon izlemiyorum; önem verdiğim bir iki gazetecinin programıyla yetiniyorum, o da artık youtoube üzerinden. İnternete de bağlanmıyorum dersem, inanmayın!!!
Ruh sağlığını asgari de olsa koruyabilmek için siyasetten medyadan uzak durmak şart ama ne kadar uzak durulabilir ki? En başta yurttaş duyarlılığı; ister istemez siyasete medyaya kulak kabartıyorsun. Ekonomik soykırıma dönüşen pahalılığa, zamlara, fırsatçılığa, kamu bütçesinden hırsızlığa soyguna gözü doymazlığa ilgisiz tepkisiz kalamıyorsun.
Sonra 40 yıla yaklaşan gazeteciliğin hayat tarzı haline getirdiği mesleki alışkanlık. Gündemden kopmak, ilgisiz kalmak olanaksız. Malum, rahmetli meslek büyüğümüz Şinasi Nahit Berker, “Gazeteci olunmaz gazeteci doğulur” diye buyurmuştu.
Şinasi Nahit büyüğümüz, gazetecilik mesleğine ilişkin bir duyarlılığı vurgulamıştı. Nedir o duyarlılık? En sade anlatımıyla, siyaset başta olmak üzere toplumsal hayatın her alanında olan bitene gazeteci duyarlılığıyla ilgisiz kalamamak. Öyle tanıdık bir duyarlılık ki, artık aktif gazetecilik yapamasan da peşini bırakmaz, yakandan düşmez.
Hadi biraz dedikodu yapayım. Aktif gazeteciliği bırakalı on yıllar olmuş bir meslek büyüğümü ne zaman arasam, “N’apıyon arap?” diye sorsam; “N’apayım arap, haber izliyorum” diye yanıtlıyor. Ben de “Günde 48 saat haber izliyorsun, bunca enerjiye sabra gıpta ediyorum” diye takılıyorum.
Dedim ya, yurttaş duyarlılığı ve gazetecilikten gelen mesleki alışkanlık. Toplumsal gündeme ilgisiz tepkisiz kalamamak yani. İnternet çağındayız; gazete okumasan, televizyon izlemesen, düzen siyasetinin kanalizasyonlarında gezinmesen bile internete bağlandığın an, gündemin rezillikleri gelip bulur. İnternete bağlanmasan bile dost sohbetlerinde söz dönüp dolaşıp siyasetin medyanın kepazeliklerine, toplumsal hayattaki facialara gelir. Sonrası ses tonu yüksek tartışmalar…
***
Hayli zamandır gazete almıyorum, televizyon izlemiyorum; hatta gündeme ilişkin yazı yazma yasağı da koydum kendime ama internet çağında Robenson hayatı olmuyor. Ruhsal dinginlik kaygısıyla gazetelere bakmak istemesem de, internete bağlanınca gazetecilik alışkanlığıyla haberlere köşe yazılarına bakıyorum. Bakınca da cinler tepeye çıkıyor.
Siyasette medyada toplumsal hayatın diğer alanlarında cinleri tepeye çıkartan o kadar çok şey var ki, hangi birini sayayım. Epeydir yazı orucundayım ama iktidar medyasında ABD Başkanı Donald Trump için yapılan güzellemeler, cinleri tepeye çıkartmakla kalmadı; yazı orucunu da bozdurdu. Bu yazı böylece klavyeden çıktı.
***
Donald Trump 2020’de seçimi yitirdiğinde bizdeki iktidar medyasının leşkerleri, Tayyip iktidardan düşmüşçesine karalar bağlamışlardı. Şimdi de Trump ikinci kez başkanlık koltuğuna oturunca, Tayyip ömür boyu başkan seçilmişçesine etekleri zil çalıyor, öylesine coşku içindeler. Haberlerinde yorumlarında öyle inciler dökülüyor ki; Türk Sağının ve İslam’ın Amerika Aşkı başlıklı onca yazılar yazdım; Türk medyasının bombacı borsacı ve Amerikancı karakteri üzerine DÖRDÜNCÜ ORDU MEDYA adlı kitap bile yazdım; bu konuda şerbetliyim yani; yine de iktidar medyası leşkerlerinin Trump güzellemelerine şaşırmadan edemiyorum.

Trump ikinci kez seçildiğinde, adı lazım değil birisi, “Hor görülen Amerikalıların devrimi” başlığı altında aynen şöyle yazmıştı: “ABD’de gerçekleşen 5 Kasım 2024 devrimi ile AK Parti’nin 3 Kasım 2002’deki Sessiz Anadolu devrimi arasında büyük bir benzerlik var. Sayın Erdoğan liderliğindeki AK Parti’ye sel gibi akan Anadolu halkı, Türkiye’deki ‘Beyaz Türkleri’, vesayetçi oligarşik bürokrasiyi, ülkenin kaynakları ve geleceği üzerine kâbus gibi çöken mutlu azınlığı nasıl hezimete uğrattıysa Trump liderliğinde bir araya gelen ötekileştirilmiş Amerikan halkı da elde ettiği zaferle Amerikalı mavi kanlıları, halka karşı konumlanan müesses nizamı, Amerikan derin devletini ve küreselci elitlerin inşa ettiği savaş ittifakını darmadağın etti.” (Sabah, 9 Kasım 2024)
İktidar medyasında “Trump devrimi” üzerine haber ve yorumlar bu kadarla kalmadı. Nice nice haber ve yorum yazıldı. Bir kalemşor, yazısının başlığında “Trump müesses nizamla savaşırsa dünya kazanır” diye ahkâm kesti, bir diğeri, ABD müesses nizamının ve derin devletinin Trump’ın elini kolunu bağlayacağından endişe ettiğini kayda geçirdi…
***
Trump’ın ikinci kez koltuğa oturmasının üzerinden iki hafta geçti. Ne mal olduğu önceki başkanlık döneminde zaten belliydi, bu kez daha çok belli. İki hafta gibi kısacık sürede ne haydutluğunu sakladı ne de tahammül edilmez iticiliğini. Meksika ve Kanada’yı ABD’nin eyaletleri olmaya çağırdı. Danimarka’dan Gröndland adasını istedi, vermezse işgal etmekle tehdit ediyor. İki okyanusu birleştiren Panama Kanalı’nı, Ukrayna’nın yeraltı zenginliklerini istedi. Filistin’e destek eylemlerine katılanların sınır dışı edilmesine ilişkin kararname imzaladı. Batı Şeria’daki Filistinlilerin Ürdün’e, Gazze’dekilerin Mısır’a gitmelerini öngören bir proje attı ortaya; İsrail’in Siyonist faşist lideri Netanyahu’nun bile akıl etmediği bir proje yani. Dahası, ABD’ye yerleşik modern köleleri ellerini kollarını zincirleyip uçaklara ve otobüslere doldurup kovuyor… Özetle devleti ve dünyayı kendi özel şirketi gibi gören zalim bir patron, kaba, kural tanımaz bir zorba, beyaz kökten dinci, lümpen, saldırgan, yalancı, merhametsiz, doğa düşmanı, ırkçı, cinsiyet ayrımcısı bir faşist. Ne insan haklarını umursuyor ne de hukuk devletini. Etrafına da kendisi ve en yakın kankası Elon Musk gibi dünyanın en zengini kaba zorba cinsiyetçi faşistleri toplamış.
Donald Trump’ın ne mal olduğu önceki başkanlık döneminde zaten belliydi, ikinci başkanlık döneminin ilk iki haftasında daha çok belli. Ama bunca zorbalığa karşın bizdeki iktidar medyasında “Devrimci Trump” övgüsünde azalma yok. Bunca haydutluğa karşın, şöyle cümleler kurulabiliyor: “Trump’ın ikonik çıkışları Amerikalıyı cezbediyor. (…) Bir devrimci gibi hareket eden Trump Amerikan gençliğini aile değerlerine ve dini kutsallara karşı derin bir düşmanlık beslemeye iten DEI ve transgender ideolojisine karşı savaş açmış durumda. (…) ABD’deki kültürel devrimlerin etkisi dünyayı da saracaktır. İnsan fıtratına aykırı bağnaz bir laik dinden başka bir şey olmayan ‘ilerici’ görüşlerle sarhoşolanlar için ayılma vakti yaklaşıyor.” (Sabah, 30 Ocak 2025)
***
Devrimci Trump’ın ikonik çıkışları, dünyayı sarsacak kültürel devrimi…
Muhafazakâr dindar milliyetçi mahalleye hitap eden medya mecralarında boca edilen bu cümleler karşısında aklımdan geçenleri yazmayayım. Kendisini muhafazakâr dindar milliyetçi diye adlandıran mahallede akıl, ahlak, vicdan, adalet, merhamet, eşitlik duygusu ne kadar muteber diye sormakla yetineyim?