Ekonomi sağlamsa dış güçler hiçbir şey yapamaz. Aynen askeri alanda olduğu gibi. Askeri gücünüze güveniyorsanız dış güçlerden şikâyet eder misiniz?
Gereğini yapar sınırlarınızı korursunuz. Aynen son senelerde yaptığımız gibi.
Ekonomi için de aynısı geçerlidir. Emperyalizm yeni bir olgu değildir. Tarih boyunca süregelmiştir. Devletler de daha fazla üreterek, kaynaklarını daha verimli kullanarak bu beladan korunmaya çalışmışlardır.
Ruh hastası bir devlet başkanı bizden casus olduğu iddia edilen bir rahibi istiyor, çeliğe ve alüminyuma ek vergi koyuyor, hop dolar 4.85’den 7 liraya fırlıyor.
Bu normal bir şey midir?
Çünkü dünyanın en kırılgan 5 ekonomisi içinde sürekli yer alıyoruz.
Peki neden?
• Üretmeden tüketerek, rant ekonomisi ile büyümeyi seçiyoruz.
• Enflasyonu aşağı çekmek için kararlı adımlar atmıyoruz. Sıkı para politikasına geçmek yerine gevşek para politikasına devam ediyoruz.
• İthalata yükleniyoruz, ihracatla öğünüyoruz. Üretim kapasitemiz olan tarım ürünlerini bile (saman dâhil) kolay yolu seçerek ithal ediyoruz. Ara malı olarak kullandığımız birçok malzemeyi üretim gücümüz olmasına rağmen ithal ediyoruz.
• Yurt içinde tasarruf oranlarını artıracak politikalardan uzak duruyoruz. Aksine tüketimi artıracak kampanyalar düzenliyoruz.
• Elbette bütün bu tavırlar dış ticaret açığını ve cari açığı artırıyor.
• Tüketim ve ithalat uğruna dış borcumuzu büyütüyoruz.
• Yatırım denilince; TOKİ konutlarını, köprüyü, tüp geçidi, havaalanı projelerini anlıyoruz. Bunların hepsinin bize gerekli yatırımlar olduğuna şüphe yoktur. Ancak bunlar üretimi doğrudan artıracak yatırımlar değil ki…
En son 2018’de kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s kırılgan beşliyi açıkladı: Türkiye, Arjantin, Gana, Moğolistan, Pakistan.
Önceki senelerde de her seferinde değişik kuruluşlar değişik kırılgan beşliler açıkladılar. Biz her açıklanan beşli içerisinde devamlı yer aldık, diğer ülkeler ise hep değiştiler.
Kırılgan beşli içinde istikrarlı bir şekilde yer almamızın sebebi; ekonomik göstergelerde iyileşme olmaması yanında (büyüme hariç), ekonominin dış finansmana ihtiyacının devamlı artmasıydı.
Kimlere göre?
Bize borç veren ve yatırım yapanlara göre…
Ülkemize gelip, doğrudan yatırım yapanlar kimler?
Elbette dış güçler!
Doğrudan yatırımın iki şekli vardır. Birincisi ülkemizde bir fabrika veya işyeri kurma şeklinde gerçekleşebilir. İkincisi ülkemizde kurulu bir şirketi satın alarak şekillenir. Örneğin ülkemizde ABD merkezli şirketlerin 80 milyar dolar civarında yatırımları olduğu tahmin ediliyor. Bu durumda aynen yerli yatırımcı gibi bütün ekonomik riskleri üstlenen bu dış güçler düzenlerinin bozulmasını isterler mi?
Elbette istemezler.
Peki bize borç verenler kimler?
Onlar da dış güçler!
Ülkemizin açıklarını sürekli kapatan bu yabancılar da bizi sevmeseler dahi kendilerini de hiç düşünmezler mi?
Yani piyasaların ahengi bozulmasın ki alacakları riske girmesin değil mi?
Ancak bu arada başka şeyler de oluyor.
Dışarıdan gelen para biraz azalınca kur artıyor, faiz yükseliyor.
Peki bunu dış güçler mi yapmış oluyor?
Elbette hayır. Aldığı borcu tüketime, betona kanalize eden tercihi seçenler yapmış oluyor. Borçların vadesi gelince de piyasadaki döviz talebi kuru artırıyor. Artan kur, maliyet enflasyonunu, artan enflasyon da faiz oranlarını artırıyor.
Faiz lobisi içinde gösterilen bankalar zor durumda kalmadan faizi artırırlar mı?
Asla, çünkü işlerine gelmez, zarar ederler.
Ancak enflasyon yüzde 18 ise aynı orandaki faiz oranı ile mevduat toplayamazlar. Hangi mevduat sahibi enflasyonda eriyecek parasını bankaya teslim eder?
Mevduat sahibi enflasyon oranı üzerindeki reel faizi görmek ister. Banka da masraflarını çıkartıp kâr etmek ister.
Buna rağmen faizler yükselirken bankaların maliyetleri arttığı için kayıpla karşılaşmaları kaçınılmazdır. Mecburiyetten eldeki kısa vadeli mevduatın faizini artırırlarken, kredi faizini aynı hızda artıramazlar. Zira verdikleri kredilerin vadesi oldukça uzundur.
Neymiş?
Bankalar faizler yükselirken değil, düşerken para kazanırlarmış!
Sonuçta; dış güç varsa bütün ülkeler için ve her zaman vardır. Bize özel bir durum değildir. Son yılların olayı da değildir.
Duyduğumuz kuşkunun sebebini bilmek istiyorsak, önce kendimize sormamız, aldığımız cevaplarla da özeleştiri yapmamız gerekiyor.
Ben kendi kendime sordum ve dilim döndüğü kadar da yukarda anlatmaya çalıştım.