Piyasadan gelen haberler, “TL cinsi ticari kredi faiz oranlarının yüzde 51’e dayanmasıyla, finansman ihtiyacı olan şirketlerin son yıllarda uzaklaştıkları yabancı para cinsi kredilere yeniden yöneldikleri” şeklindedir. “Kasım’ın ilk haftasında yukardaki orana yükselen TL cinsi kredi faizi, son 20 yılın zirvesine çıkması nedeniyle şirketlerin iştahını kesmiş bulunuyor.”
(Kaynak: Şebnem Turhan / Ekonomim)
Tamam, eğer tedbiren bu tabloda kredi almaktan vazgeçmek ve/veya strateji değişikliğine gitmek söz konusu ise karar isabetli sayılabilir. Ancak TL kredi yerine döviz cinsinden krediye yöneliş varsa bu hesap yanlıştır ve geliri TL olan şirketleri batışa kadar götürebilir.
Bir kere beklenen resmi enflasyonun yıllık yüzde 68 olduğu bir piyasada yüzde 51 kredi faiz oranı yüksek sayılmaz. Eğer beklenen enflasyon yüzde 10 olsaydı, yüzde 15 faiz oranı çok yüksek bulunabilirdi. İşte ölçü bu olmalıdır…
Döviz kredilerinde TL kazananlar için risk fazladır. Eğer kur alır başını giderse, yüzde 3 faiz durumunda bile borç kar topu haline gelebilir. Aşağıda belirteceğim üzere bu ihtimal de hayli yüksektir. Geçtiğimiz yıllarda bu örnekler yaşandı. Döviz borcundan kurtulmak isteyen bazı büyük şirketler gayrimenkullerini satarak bu felaket tünelinden yara da alsalar canlı çıkabildiler. Peki elde o varlıklar olmasaydı?
Onun olumsuz sonuçları da maalesef başka örneklerde izlendi.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) verilerine göre yabancı para cinsinden ticari krediler 3 Kasım haftasında 126,9 milyar dolara çıkmış bulunuyor. Bankacılık sektörü kaynakları da döviz geliri olanlar için yüksek TL faizi ortamında döviz kredisinin tekrar cazip hale geldiğini vurguluyorlar. Doğrudur ama eksik kalan kısmı da ben tamamlayayım. TL geliri olanlar için de döviz kredisi kullanmak kumar oynamakla eş değerdir. Dolayısıyla kredi müşterisi TL kredideki güncel fırsatı değerlendirmez ise kısa zamanda bu günkü oranları da arar hale gelebilir. Olaya bir de bu pencereden bakmanın faydası vardır.
On beş yıl önceden beri AVM yatırımcılarının döviz kredisi kullanmalarını gerekçe göstererek dövize endeksli kira tahsil etmelerinin sürdürülebilir olmadığını savunuyorum. Gelen itirazlar da çoğunlukla; “yabancı yatırımcının kendi para cinsinden borçlanmasının normal olduğu” yönündeydi…
Elbette bu yanlış bir görüştü. Zira yabancı yatırımcı kendi ülkesinde yapacağı bir yatırım için borçlanmıyordu. Yeni bir coğrafyanın farklı koşullarını iyi görmeliydi. Zira o kiraları, geliri TL olan kiracılardan toplayacakları için gün gelecek kiralar ödenemeyecekti. Nitekim aynen beklediğimiz gibi oldu ve bu konuda yeni bir düzenleme yapmak zorunlu hale geldi.
Ancak hâlâ duyuyoruz ki; AVM yatırımcısı döviz kredilerini öne sürerek eskiye dönülmesini veya bir orta yol bulunmasını istiyor. Bu çabalar nafiledir, zira aynı gerekçe ile markalar kiralarını TL cinsi dışında bir parayla ödeyemezler. Ve yine aynı nedenle krediyi de TL dışında bir para cinsinden alamazlar.
Bu arada bankaların işi de giderek zorlaşıyor. Zira MB politika faizini artırdıkça, fonladığı bankalar da beklenen enflasyonun yükseleceğini ve maliyet artışını görerek kredi faizlerini artırıyorlar. Elbette diğer kaynak olan mevduatın faizlerini de zorunlu olarak yükseltiyorlar. Ancak geçmişteki yanlış politikalar nedeniyle bu değişiklikler yetersiz kalıyor. Reel faize geçmeyen bir ekonomide istikrar sağlanması zorlaşır, kur da frenlenemez. Haliyle yatırım kararı da kolay verilemez…
Sonuç olarak; kuru baskılayabilmek için ülkeye yeterli döviz gelmesi gerekir. Bir ülkeye doğrudan yabancı sermaye güven duyarsa gelir. Bunun neden zor olduğunu daha önce ayrıntılı olarak yazmıştım. Portföy yatırımları ise en fazla kâr gördüğü anda kısa zaman dilimi için girer ve çıkar.
TCMB’den yapılan açıklamaya göre kısa vadeli dış borç stoku, 2022 yıl sonuna kıyasla yüzde 9,6 artarak 163,3 milyar dolara çıkmıştır. Bu borcu çevirmek için de dövize ihtiyaç vardır.
CDS primimiz 800 baz puanlardan 350’ye inmiştir ama buna sevinilmez. Hâlâ dünyanın en yüksek CDS oranına sahip az sayıdaki ülkelerinden biriyiz ve bu da dış borçlanma maliyetimizi artırıyor. Örneğin dışarıda yüzde 6 faizle tahvil satacak olsak, yüzde 3,5’te CDS primi ilavesiyle tahvilin maliyeti yüzde 9,5’e çıkıyor. Bu da enflasyona katkı yapıyor.
Küresel piyasalara bakarak herkesin geçtiği köprüden biz geçemeyiz. Zira geçen hafta içinde dolar bütün paralar karşısında değer kaybederken, TL’nin de dolara karşı değer kaybetmesi şaşırtıcı değil mi?
Değildir. Hem de döviz kuru baskılanmasına rağmen böyledir. Çünkü hukuk sistemi başta olmak üzere yapısal sorunların yarattığı güvensizlik kuru olumsuz etkiliyor. O da haliyle enflasyonu…
Başka?
Kuru tutabilmek için yeterli rezerviniz olması lazım. TCMB verilerine göre 10 Kasım haftasında brüt rezerv 128,6 milyar dolarla 40 haftanın en yüksek seviyesine çıktı. Ancak bu yanıltmamalı; aynı dönemde swap hariç (MB’nin borcu) net rezerv ise eksi 55,4 milyar dolardan eksi 56,7 milyar dolara gerilemiştir. Kasanın içine bakmayı biraz ihmal ederiz de hatırlatmak istedim…
ABD’de Ekim ayında yıllık enflasyon yüzde 3,2 seviyesine geriledi. Eylül’de yıllık enflasyon yüzde 3,7 olarak kaydedilmişti. AB’de ise Eylül’de yüzde 4,9 olan yıllık enflasyon, Ekim’de yüzde 3,6 seviyesinde gerçekleşti. Bizimle bir benzerlik göstermediği için borç alırken küresel kıyaslama da yapamayız…
Yani sorun sadece negatif reel faiz olmayıp; dövize olan aşırı ihtiyacın, gri listenin ve yapısal reformlardaki ertelemenin birleşmesinden daha yüksek enflasyon çıkacağını görmek için falcı olmaya gerek yoktur.
Eğer teşhis doğru konabilirse; geriye sadece işleri buna göre planlamak kalıyor ki sürecin en kolay olan kısmı burasıdır.