Bunlardan herhangi birisi yara aldığında, diğer üçünün de riske girdiği küresel arenada çok yaşanmış gerçeklerdir.
Bir ülkede yolsuzluk artmışsa, adalet bozuluyor. Bozulan adalet demokrasiyi bozuyor. Devamında ekonomi de bozuluyor. Zira adalet zedelenmişse demokrasi azalıyor ve o piyasaya güven azaldığı için de yabancı yatırımcı gelmiyor. Yerli yatırımcı ise motivasyon kaybına uğruyor ve istihdam yaratacak işlere yönelmiyor. Yatırımın azaldığı yerde ekonomi daha fazla yara alıyor.
Dört noktadan her birine aynı anda tedavi edici müdahale başlamazsa, bu kısır döngü ve olumsuzluk artan şiddette devam ediyor.
Şimdi hepsine teker teker bakalım. Elbette bizi en çok ilgilendiren sonuç kısmından başlayarak…
Ekonomide bütün hesapların sonuç kısmı cari işlemler dengesidir ve bizde devamlı açık vermektedir. 2013 yılında cari işlemler açığı; bir önceki yıla göre 16 milyar 507 milyon dolar artarak 65 milyar 4 milyon dolara yükselmiştir.
Dünyanın en büyük 17. Ekonomisi olduğumuz ile övünürken bunun ne kadarının halka yansıdığına da bakmak gerekir. Kişi başı milli gelirimiz son iki yıldır değişmeden, 10.600 $ seviyesinde devam etmektedir. Bu konuda dünya klasmanında 62. sıradaki yerimiz bile olayı açıklamaya yetmez. Zira gelir fertlere eşit olarak dağılmadığı için insani gelişme endeksine de bakmak gerekir.
2013 İnsani Gelişme Raporu verilerine göre Türkiye 187 ülke arasında 90. sırada yer almaktadır.
Demokrasi konu olunca ilk bakılacak yer ise medyanın ne kadar özgür olduğudur.
Merkezi Paris’te bulunan Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) Örgütünün 2014 yılı basın özgürlüğü raporunda Türkiye, 180 ülke içinde 154. sırada yer almıştır.
İlginç olan; bu konuda Lübnan, Irak, Etiyopya, Afganistan, Tunus, Libya, Bangladeş ve Myanmar gibi ülkelerin üzerimizde yer almasıdır.
Raporda; Türkiye’nin, Çin ile birlikte hapiste en çok gazeteci barındıran iki ülke konumu, altı çizilerek belirtiliyor. Listenin ilk üç sırasını Finlandiya, Hollanda ve Norveç işgal etmektedir.
Dünya yolsuzluk sıralamasında 53. sıradayız. Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün (Transparency International) 2013 yolsuzluk algılama endeksi böyle açıklıyor. 175 ülkenin yer aldığı endekste Danimarka ve Yeni Zelanda ‘dünyanın en temiz ülkeleri’ olarak gösteriliyor. Finlandiya, İsveç, Norveç, Singapur, İsviçre, Hollanda, Avustralya ve Kanada ile ilk 10’u oluşturuyorlar. Liste Almanya, İzlanda, İngiltere şeklinde devam ediyor. Görüldüğü gibi tamamı ekonomisi güçlü ve gelişmiş ülkeler.
Kuzey Kore ve Somali ise son iki sırada yer alıyorlar.
Avrupa Birliğinde (AB) yolsuzluğun en yaygın olduğu ülke, mali krizden çıkmaya çabalayan Yunanistan. Dünya sıralamasındaki yeri 80. sıra. İşte bahsettiğim yolsuzluk-ekonomi ilişkisinin en canlı örneği budur. Geçen yıl 94. sırada iken gerçekleştirdiği reformlarla sıralamadaki yerini 80’e yükseltti ama kötü şöhreti hâlâ devam etmektedir.
Demokratik ülkelerde yolsuzlukların az olmasının sebebi, bu ülkelerde devlet yönetiminin şeffaf olması, denetimlerin etkin olması ve yargının tam bağımsız olmasıdır.
Dolayısıyla demokrasi açığı olan ülkenin uzun vadeli sermaye (doğrudan yatırım) çekmesi mümkün değildir. En iyi ihtimalle kısa vadeli sermaye gelir ki, rahatsız olduğunda da kaçar gider. Yani buna güvenilemez.
Önemli olan doğrudan yatırım şeklindeki sermaye girişidir. Büyük üretim hatlarını satın alan veya kuran yatırımlardır bunlar ve uzun vadelidir.
Diğeri ise spekülatif özelliği ağır basan, vur kaç taktiği ile hareket eden fonlardır ve “sıcak para” olarak adlandırılır. Faiz veya döviz ara kazancından yararlanmak amacıyla sermayenin bir yıldan kısa vadeli olarak bir ülkeden diğerine hareketidir.
Güven duyulan bir ortama kavuşmak, üretime dayalı büyüme modellerini oluşturmak bütün gelişmekte olan ülkelerin rüyalarını süslese de başarmak o kadar kolay değildir. Zira girişimci kararını etkileyen, yukarda belirttiğim ekonomi dışı unsurlardır.
İlginçtir, dostumuz ve müttefikimiz ABD’nin Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Marie Harf’den internet yasası ile ilgili değerlendirme geldi.
Diyor ki; “Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) ve diğerlerinin konuyla ilgili endişelerini paylaştığımızı daha önce belirtmiştik. Kanun, ciddi bir şekilde ifade özgürlüğünü, basın özgürlüğünü ve internette bilgi akışını kısıtlayıcı potansiyele sahip. Biz ayrıca bunun (internet yasasının) Türkiye’nin iş ve yatırım ortamını da negatif etkileyebileceğine inanıyoruz”
Bunu söyleyen sorunlu olduğumuz ülkelerden birisinin yetkilisi değil, tersine bizden beklentileri sebebiyle birçok düşüncesine gem vurmak zorunda olan bir ülkenin temsilcisidir.
Yazıya son şeklini verirken Twitter ve YouTube yasağı geldi ki, tuzu biberi oldu.
Böylece bizi Çin, Kuzey Kore ve İran ile aynı kulvara atacak daha olumsuz bir tablo ile karşı karşıyayız demektir.
Değerlendirmesini yapmak halkımıza, kulak verip vermemek de bizi yönetenlere düşüyor.