Ekonomi her şeyden etkilenir (siyasi, sosyal, idari, adli vb) ve sonucu kendi kuralları belirler.
Eğer ekonomide enflasyonist bir gelişme varsa, tasarrufları teşvik etmek gerekir, tüketimi değil!
Türkiye’nin 31 Aralık 2017 tarihi itibariyle brüt dış borç stoku 453,2 milyar dolardır. Stokun milli gelire oranı ise yüzde 53,3 dür. Bu borçta özel sektör payının yüzde 70 olduğu belirtiliyor.
Ne fark eder?
Toplam borcun tamamı bu ekonomiye aittir ve kimin olduğu da o kadar önemli değildir. Kalabalık bir aileyiz, hangimiz boyumuzu aşan borca girmiş ve ödeyemez duruma düşmüşsek sıkıntıyı ailece birlikte çekeceğiz demektir. Bu bakımdan bazı çevrelerin “o borcun çoğu özel sektöre aittir, kamuyu ilgilendirmez” sözünün altı boştur. Zaten söylenen gibi olsaydı, ‘dövizle borçlanmaya sınırlama getiren’ düzenleme hükümetin gündemine girer miydi?
2017 yılında “istihdam seferberliği” kampanyaları düzenlendi ve geniş teşviklerle desteklendi. Sonuç ne oldu?
İşsizlik oranı, 2017 yılında 2016’ya göre değişmeyerek yüzde 10,9 oldu. İşsiz sayısı geçen seneye göre 124 bin kişi artarak 3 milyon 454 bin kişiye çıktı.
Yüksek büyüme işsizliğe çare olamamıştır.
Üstelik sadece yüksek büyümeye odaklanmanın yan tesirleri de fazladır. Zira ‘borç yiyen kesesinden yer’ kuralı devrededir. Bu da yüksek dış borç ihtiyacı, artan kur riski, yüksek enflasyon ve yüksek faiz demektir.
Oysa sıkı para politikası; talebi kontrol eder, talebi kontrol ettiği için de enflasyonu düşürebilir. Dolayısıyla Merkez Bankası’nın bugün uyguladığı şey sıkı para politikası değildir. Kural uygulansaydı, tüketim bu kadar artmaz, enflasyon bu seviyelere çıkmazdı. Düşük enflasyon sonucunda da faizler kendiliğinden düşerdi.
Üretim faktörlerinden; sermayenin kirası faiz, toprağın kirası rant, müteşebbis geliri kâr, emeğin geliri de ücrettir.
Dördü de aynı çarkın dişlileridir. Birisi bile eksik kalsa sistem çalışmaz.
Örneğin İslami finans kurumlarının, faizin yerine kâr payını monte etmeleri neticeye tesir etmez. Bu şekilde de sistemin içinde kalmaya devam ederler.
Son zamanlarda dünyada bizim paramız kadar değer kaybeden bir para cinsi yok. Sebebini yine ekonomik işleyiş içinde aramalıyız.
Yukarda ekonomimizin toplam borcundan bahsetmiştik. Şimdi reel sektöre odaklanalım. Merkez Bankası’na göre Türk şirketlerinin toplam döviz varlıkları 115 milyar dolar, döviz borçları ise 328 milyar dolardır. Aradaki fark 213 milyar dolardır ve sorun bunun nereden bulunacağıdır.
Dövizin kaynağı bellidir, nereye yönlendiği de çok kolay izlenebilir. Siz vatandaşa yüzde 12 enflasyon olduğu dönemde, aynı veya daha düşük oranda faiz öderseniz, reel faizi bulamadığı için tercihini dövizden yana kullanır.
Yabancılar eskisi kadar döviz getirmezse, hatta ellerindeki kıymetleri dövize çevirip götürürse ne olur?
Piyasada döviz azalır ve fiyatı da yükselir.
Bitmedi!
Esas kronik derdimizin sebebi borç geri ödemelerinde yaşanıyor.
Bu şirketler de piyasadan döviz toplamıyorlar mı?
En az 10 senedir perakendecilere ben yazıyorum; “Geliriniz TL cinsinden ise dövizle kira ödeyemezsiniz, döviz kredisi kullanamazsınız” diye.
En nihayet bu sene hükümet bu konuyu ele aldı ve sınırlama getirileceğini açıkladı.
Faiz tartışmalarında; “Enflasyon mu faizi belirler, faiz mi enflasyonu?” sorusu gündemi çok fazla işgal etmektedir.
Ekonomi biliminin temel kuralı; enflasyonun faizi belirlediğidir.
Merkez Bankası; faiz oranları konusundaki kararını, ileri dönemlerdeki tahmini enflasyon oranına göre verir. Reel faiz de bu şekilde ortaya çıkar.
Görüşlerimiz sanatsal değerlendirme değil ki kişiye göre değişsin, kuralları var.
Hükümet uygulamaları üzerine sık sık eleştiriler yapmama rağmen iktidar partisinin iki deneyimli ekonomisti Ali Babacan ve Mehmet Şimşek ile birçok konuda aynı düşünüyorum. Çünkü ekonominin doğruları bu buluşmayı sağlıyor.
Peki her doğru bildiklerini uygulayabiliyorlar mı?
Mümkün değil, siyasetin dediği oluyor. Ali Babacan’ın biraz da bunun için dinlenme durumuna geçtiğini tahmin ediyorum.
Mehmet Şimşek ise Uludağ Ekonomi Zirvesinde konuştu ve aynen şunları söyledi:
” Sorun reel sektörün döviz borçları. Ne yapacağız? Meşhur ABD Başkanı J.F. Kennedy’nin bir lafı var; ‘çatıyı hava güneşliyken tamir etmek lazım.’ Şu anda faizler nispeten düşük; ekonomiler büyüyor ama yağmur yağacak. Bunlar için tedbir alıyoruz. Dövizle borçlanmaya sınır getireceğiz; KOBİ’lerle yaptık. Büyükler yönetebildiklerini söylüyor, yönetemiyorlar, tedbiri alacağız.
Tamamen aynı fikirdeyim.