ABD ile stratejik ortak ve müttefik olunamayacağını, hatta yan yana durulamayacağını yıllardır dillendiren sadece sol kesim vardı.
Şimdi ise son yıllarda direksiyona geçmiş bir ruh hastasının, dünyayı nereye götürdüğü konusunda tamamen hemfikir olmuş bir genel kamuoyu vardır.
İşte bu emperyalizmle mücadelede önemli bir kazanımdır.
Bugüne kadar gizli gizli yürütülen kirli işler Trump sayesinde artık tamamen su yüzüne çıkmıştır. Esasında bu konuda kendisine teşekkür bile edebiliriz.
Zira PKK’ya ve FETÖ’ye verdiği destek artık ispata muhtaç değildir.
Rahip bahanedir, çeliğe konan vergi teferruattır. Bu bir ‘cambaza bak’ oyunudur. Dikkatleri dağıtma, suçları örtme gayretleridir.
Emperyalizm; bir devletin başka devletler veya topyekûn dünya halkları üzerinde kendi çıkarları doğrultusunda etkide bulunma ve hegemonya kurma çalışmalarıdır. Bunun dünya lideri de ABD’dir.
Geç de olsa bizim için artık başka güçlü oluşumlar içinde yer alma zamanıdır. Ancak soğukkanlılığı bozmadan ve aklımızı da kullanarak…
Şimdi esas büyük resme bakalım. Orada daha organize olmuş önemli bir dış güç göreceğiz.
Dünyanın en büyük 500 şirketinin 134’ü Amerika merkezlidir. Dünyanın en büyük tüketici pazarını temsil eden ABD, dünyanın en büyük enerji üreticisi, tüketicisi ve ithalatçısı durumundadır.
Amerika, 2,3 trilyon dolar ithalat ile dünyanın en büyük mal ithalatçısı ve 1,5 trilyon dolar ihracat ile Çin’den sonra ikinci en büyük mal ihracatçısı konumundadır. Nominal olarak dünya Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’nın (GSYİH) yüzde 22’sini oluşturuyorlar. Amerika’nın 2016 yılında ilk 5 tedarikçisi Çin, Meksika, Kanada, Japonya ve Almanya’dır. Diğer önemli tedarikçiler olarak Güney Kore, Birleşik Krallık, Fransa, Hindistan ve İtalya öne çıkıyor.
Türkiye, Amerika’nın tedarikçileri arasında 33. sırada yer alıyor. Ülkemizin Amerikan pazarından aldığı pay sadece yüzde 0,3 dür. (Kaynak: Türk-Amerikan İş Adamları Derneği Başkanı Ali Osman Akat).
Sömürü düzeninin başında bu devlet ve şirketleri bulunmaktadır. Hatta dünyayı şirketler yönetmektedir. Devlet ise bu yapının aracıdır.
Askeri, enerji, teknoloji, gıda başta olmak üzere bütün sektörlerde etkin durumdadırlar. Yani emperyalizmin bu günkü güç merkezini ve küresel pazarı onlar oluşturmuşlardır.
Şimdi kendi kendimize soralım:
Bir tüketim toplumu olarak bunlardan uzak durabilecek miyiz?
Alternatif yaratabilecek miyiz?
Ve daha az tüketerek, tasarruf yaparak, daha alt kalite ile yetinebilecek miyiz?
Yerli markalara yönelebilecek miyiz?
Tasarruflara kamu kurumlarından başlayabilecek miyiz?
İşte sorun buradadır. Millet olarak sadece tüketen değil daha fazla üreten bir ülke olmak zorundayız.
Büyük Atatürk’ün söylediği gibi “Tam bağımsızlık ancak ekonomik bağımsızlıkla olur.” Laf savaşlarıyla olmaz!
Türkiye’nin ABD ile yaşanan rahip olayı ve sonrasından bağımsız olarak, uzun zamandan beri süren ekonomik sorunlarını ayrı değerlendirmesinde ve doğru ilaçlarla tedavi etmesinde fayda vardır.
Bütün sorunlarımızı Trump’a bağlayan toptancı görüşten kaçınılması gerekir. Ekonomi yönetiminde eksiklerimiz bulunmaktadır.
MB belli aralıklarla aynı açıklamayı yapıyor; “Sıkı para politikasına devam edeceğiz.” Ben de her seferinde kendi kendime soruyorum; “Sıkı para politikası var da biz mi göremiyoruz, eğer yoksa devamı nasıl gelecek?” diye.
Kısaca sıkı (daraltıcı) para politikası; enflasyonun temel nedeni olan toplam talep artışının frenlenmesini sağlar. Piyasaya para arzının durdurulması ve piyasadan çeşitli yöntemlerle para çekilmesidir. Elbette paraya ulaşmak zorlaşacağı için faiz oranları yükselecektir. Bu da tasarruf eğilimini artırıp talebi frenleyerek enflasyonu düşürecektir.
Şimdiye kadar bırakınız talep artışının frenlenmesini, tam tersi olan tüketimin teşvik edildiğini görmekteyiz. Yani ortada sıkı para politikası olduğunu söylemek için aşırı iyimser olmak gerekir.
Elbette sıkı para politikası yönetenler için sevimli bir tablo ortaya çıkartmaz ama bu günkü durumdan daha fazla ülkenin hayrınadır. Talep azalır, tüketim düşer ama enflasyon da düşer.
Bizde şimdiye kadar uygulana gelen gevşek (genişletici) para politikasıdır. Yetersiz talebin artışa geçirilmesini hedefler. MB bu durumda elindeki para politikası araçlarını artıracak biçimde kullanır. Sonuçta büyüme sağlanır ama ekonomi diğer yan etkilerden hastalanır.
Bizde çok mecbur kalınmadıkça sıkı para politikası uygulanmaz. Sebebi; büyümeyi yavaşlatmasıdır.
Oysa kur ve enflasyon, yeni emperyalist girişimlerin öncesinde de yüksekti. MB bu kronikleşen sorunu çözmek üzere 13 Eylül’deki toplantıyı beklemeden acilen faiz artışı yapmalıdır. Zira Türkiye’nin iç tasarrufu artırmak yanında, dış finansman ihtiyacı da sürmektedir.
Ayrıca dış ilişkilerin daha dengeli sürdürülmesi için başarılı diplomasiye de ihtiyaç vardır.