Döviz kurlarının rekor seviyelerden geri dönmesi elbette olumludur. Ancak enflasyon düşmediği müddetçe, tüketici motivasyonunda bugünü de ararız.
Türkiye İstatistik Kurumu ve Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası işbirliği ile yürütülen tüketici eğilim anketi sonuçlarından hesaplanan mevsim etkilerinden arındırılmış Tüketici Güven Endeksi, Aralık ayında bir önceki aya göre yüzde 3,1 düşüşle 68,9 puana gerilerken, tarihin en düşük seviyesine inmiş oldu.
Eğer “etrafta güzel şeyler oluyor da, acaba tüketici bunu neden fark etmiyor?” diye düşünenler varsa bu defa da aşağıdaki grafiğe göz atmalarını öneririm.
Dünya Eşitsizlik Raporu’nun 2021 sonuçlarına göre; son 25 yılda ulusal serveti iki katına çıkan Türkiye’de servet dağılımındaki eşitsizliğin daha da derinleştiği belirtiliyor. Bugün, en yoksul yüzde 50 toplam milli servetin sadece yüzde 4’ünü elinde tutarken, en üstteki yüzde 10 toplam milli servetin yüzde 67’sini elinde tutuyor.
Üzerinde en fazla araştırma yaptığım ve yazı yazdığım bir başka konu satınalma gücü paritesidir (SAGP). Bu günkü konumuzla da yakın ilişkisi bulunmaktadır. SAGP aynı mal ve hizmet sepetinin farklı ülkelerde hangi tutarla satın alınabileceği varsayımına dayanır. Bu bir alım gücü karşılaştırmasıdır ama yanıltıcı sonuçları vardır. Zira düşük fiyat seviyesinin, düşük gelir seviyesinden kaynaklandığını dikkate almaz. İşçilerin kendi ülkelerinde kazanıp, bir başka ülkeyi ziyaretlerindeki durumu da yansıtmaz. Dolayısıyla buradan bizim için çıkabilecek tek sonuç; Avrupa ülkeleri içinde en düşük asgari ücrete sahip 2 ülkeden biri olduğumuzdur (diğeri Arnavutluk).
Hem de gerçek yaşanan enflasyona göre gelen yüzde 50 artışa rağmen…
Asgari ücret düzeyinin düşük olması yanında, asgari ücretle çalışanların oranı da (%55) en yüksek ülkesiyiz. AB üyesi ülkelerde asgari ücretli çalışan oranları yüzde 5 civarındadır. En yüksek oran yüzde 20 ile üç ülkede (Portekiz, Macaristan ve Romanya) görülmektedir. Peki bu 2 özellik (en düşük asgari ücret ve en yüksek asgari ücretli oranı) bizi nereye götürüyor?
Çin modeline…
Hiç benzemeyen iki ekonominin kıyaslanmasından da beklenen sonuç çıkmaz. Para politikasını benzetseniz, üretim modelini benzetemedikten sonra netice alamazsınız. Üstelik bir kere o yola girdikten sonra dönmeye kalkmanın maliyeti de epeyce yüksek olur.
Çin modelinin uzun yıllara dayalı temeli; işçilerin aldığı ücretlerin düşük tutulmasına bağlı olarak piyasalarda rekabet gücünü artırmak ve bu yolla ihracata dayalı büyümeyi sağlamaktı. Yani tam da halkın oyuna ihtiyacı olmayan otoriter rejim modeliydi. Bu model, ülke içinde olmayan muhalefet ve kesin itaat sayesinde tutmuştu. Peki seçim olan ülkelerde bu mümkün mü?
Kaldı ki Çin bile artık tam tersini hedefleyerek; teknoloji ağırlıklı ihracata ağırlık veren ve iç pazarın da güç kazandığı bir modele dönüşmek isterken…
Dolayısıyla bir taraftan halkın yoksullaşması, diğer yandan gelecek için refah artışı vaadinin inandırıcılığı olmaz. Bir taraftan kuru hedeflememek, diğer taraftan enflasyonla mücadele sözde kalır. Zira değişik oranlarda da olsa, ikisi birlikte hareket eder. Ya ikisine karşı da hassas davranmalısınız, ya da ikisine birden boş vermelisiniz.
Yıllardır dünyanın çeşitli ülkeleri ile gelir ve fiyat seviyelerini kıyaslamaktayız.
Geçtiğimiz günlerde kadrolu televizyon yorumcularından birisi iki program üst üste, “ben çok dolaşıyorum, bizim tüketicimizin şartları batı ülkelerinden daha iyidir” şeklinde sallayınca, bir küçük kıyaslama da onun için yapmamız şart oldu.
Soru: 10 dolara ABD’de neler alınabiliyor?
Alışveriş tarihi: 31 Ekim 2021
Alışverişi yapan: Ender Güneş / YouTube
Ürün cinsi Key Food Migros
İthal muz (libre) 0,69 $ 13 TL (çevrilmiş hali)
Bira 4 adet 2,49 $ 44 TL (4x 33 cc)
Biftek 3 dilim 3,23 $ 33 TL (250 gr)
Yumurta 12’li 1,59 $ 17,50 TL (15’liden çevrildi)
Süt 1 lt 1,49 $ 11,75 TL
————– ————-
Toplam 9,49 $ 119,25 TL
Görüldüğü gibi ABD’de tamamı 9,49 dolara alınan 5 çeşit ürünün 1 tanesini bile ülkemizde 10 TL’ye almak mümkün değildir. Üstelik dolar kazanmayan tüketicimizin aynı alışverişi neredeyse bu günkü kurla dolar bazında aynı fiyat karşılığında yapabildiği görülmektedir. Oysa her ülkenin 1 birim parasının kendi tüketicisi için aynı satınalma gücünü yaratması hedeftir. Bizdeki alışveriş yeni asgari ücretimizle 36 defa tekrarlanabilirken, Amerikalının asgari ücreti ile (2400 $) bir ayda 252 defa tekrarlanabilmektedir. Aradaki farka bakar mısınız?
Gelelim gelir ve servet dağılımı eşitsizliğinin güncel durumuna;
Öncelikle kurların geri gelmesini piyasaların memnuniyetle karşılaması gerekir. Ancak yeni sistemin kur artışına karşı koruyucu özelliği, enflasyona karşı da koruyacağı anlamına gelmez. TL tasarruflara direkt yeterli faizi vermek yerine, kur farkına endekslemek; orta ve uzun vadede dolarizasyonu artırır, devamında da enflasyonist etki yaratır. Bunun bir başka sonucu; vergi veren geniş kitlelerden mevduat sahiplerine gelir transferidir. Söylendiği gibi buradan, “refah sisteminin toplumun tamamına yansıtılacağı bir model” çıkmaz. Kaldı ki dolar kuru yüzde 35 geri geldiği halde fiyatlarda ters yönlü bir hareket henüz göremiyoruz. Aksine birçok üründe devam eden fiyat artışlarını (ekmek ve unlu mamuller, yumurta, süt ürünleri, tuvalet kâğıdı başta olmak üzere) izliyoruz. Çünkü maliyet enflasyonuna etki eden sadece kur artışı değildir. Bunu gelecek hafta daha geniş ele almak üzere kısaca belirteyim ki; et ve süt ürünleri ile birçok temel ihtiyaç malzemesinde bırakınız fiyat indirimini, ilgili meslek örgütleri tarafından daha fazla destek çağrıları yapılmaktadır.
Tüketici cephesinde ise; yazının başında sunduğum gibi en taze Tüketici Güven Endeksi “kriz olduğunu” söylüyor. Bu gösterge değişmediği sürece beklentileri abartmamalıyız.