Zaman zaman sorumlu makamların danışman kadrolarından, “borçlanmanın kur, enflasyon ve faize etkisinin sınırlı olacağı” şeklinde görüş ifade edildiğini duyuyoruz. Elbette buna şaşırmamak elde değildir.
Bir ülkede borçlanma artıyor ise faiz oranları yükselmeye başlar. Zira yurt içinde faydalanacağınız fon hacmi bir anda başka türlü artamaz.
Örneğin bu yılın ilk 9 ayında 40,4 milyar lira nakit açığı veren hazine, buna karşın bu 9 aylık dönemde 67,3 milyar lira borçlanmış. Yani ihtiyacının üçte ikisi kadar daha fazla borçlanma yapmış.
Bir yandan bankalara “faiz düşür” baskısı yapılırken, diğer yandan faizleri yükseltecek esas eylem hazineden gelmiş olmuyor mu?
Yüzde 12’nin üzerine çıkan 5 yıllık tahvil faizleri durumu açıklıyor zaten.
İster kamu adına, isterse özel sektör adına bu borçlanmalar yapılsın, sonucu aynıdır. Dış borçlar yükseldikçe ise, Merkez Bankası döviz stokunu yükseltmek zorundadır. Bu durum dövize olan talebi artırmaz mı? Bu da döviz kurunu yükseltmez mi?
Hele bir de dış borçlanma yoluyla elde edilen gelir tüketim amaçlı kullanılıyorsa, enflasyonist etkinin artması da kaçınılmaz sonuçtur.
Elbette bunun devamı da faizlerin yükselmesidir. Çünkü enflasyon artarken faizler yerinde sayamaz.
Sonuçta; kur, enflasyon ve faiz birbirinden bağımsız olarak ele alınamaz. Borçlanma ise her üçüne birden domino etkisi yapar.
Bu üçlüden birisinin diğerlerine göre daha düşük veya daha yüksek seviyede hareket etmesi, genel ekonomik yapının olumsuz etkilenmesine sebep olur.
Demek ki; üçlünün uyumlu olma mecburiyeti vardır.
Ne için? Ekonominin dengeli gelişmesi için. Beni en çok şaşırtan konu, hükümetin bu üç kardeşten sadece faizi sorun etmesidir. Evet faiz yüksek, ancak enflasyon ve kur düşmeden faizi düşüremezsiniz, sadece şikâyet edersiniz. Hatta yükselmeye devam etmesini de önleyemezsiniz.
Enflasyon yüksek düzeyde seyrettikçe, piyasaların para talebi devam ettikçe faize kimse söz geçiremez.
Döviz kurundaki artışlar, üretimde ithal ara mal hammadde kullanımı sebebiyle maliyet enflasyonunu doğurur. Ülkedeki Merkez Bankası’nın ise enflasyonist hareketler ve döviz kurundaki yükselişler karşısındaki silahı faizdir.
Nominal faizler artmadan, mevduat sahibinin aradığı reel faiz ortaya çıkmaz. Buradan hareketle kredi faizleri de yükselir.
Şimdi ne oldu?
Döviz kuru ile de, enflasyon ile de faiz arasında pozitif ilişki oluştu.
Şimdi de bir başka hayali senaryo üzerinde duralım. Hükümet faizleri yüksek bulduğuna göre; Merkez Bankası’na, yüzde 12,25 olan faizi (geç likidite faizi) yüzde 7’ye indirmesini tavsiye etsin. Bankalar da istedikleri miktarda parayı bu faizle alacakları için sevinçten şapkayı havaya atsınlar. Zira Merkez Bankası’ndan yüzde 7 ile para temin etmek varken mevduata yüzde 13 neden versinler? Hemen mevduat faizini onlar da yüzde 8,5’e indirsinler.
Peki enflasyon yüzde 11 civarında seyrederken hangi mevduat sahibi parasını yüzde 8,5 ile bankada tutar? Olan parasını da vade sonunda bankadan çekmez mi?
Elbette bu bir hayali senaryodur ve kimse bunu aklından bile geçiremez.
Merkez Bankasında kaynak sınırsız olmadığına göre, Bankalar paradan para kazanmaya mecbur olduğuna göre, vatandaş enflasyon oranı üzerindeki reel faizi görmeden parayı teslim etmeyeceğine göre su akar, yolunu bulur.
Dışarıdan bu sisteme tek yönden müdahale edilmesi de yanlış olur. Zira doğaya aşırı müdahalenin de, ekonomik sistemi zorlamanın da neticesi aynıdır, verdiğinden fazlasını geri alır.
Belki tekrar olacak ama altını iyi çizmemiz gereken şey; döviz kurunun yükselmesinin enflasyonun da yükselmesine sebep olacağıdır. Bunun ilacı ülkeye daha fazla yabancı para girişi sağlamaktır. Bunu sağlamanın tek yolu da maalesef faizleri yükseltmektir.
Ancak gelinen son durumda; ‘yumurta tavuk misali’ çekirdek enflasyon yüzde 11’e çıkmasına rağmen, MB faizleri aşağı doğru bastırmaya çalıştığı için dolar zincirlerini kırmıştır. Bunun doğal sonucu da yukarda belirttiğim gibi enflasyonu tetiklemesidir.