Ülkemizde her ay vatandaşın önüne düzenli olarak, 3 ayrı kurum tarafından hesaplanan enflasyon oranları geliyor.
Resmî olanı TÜİK tarafından belirlenen rakamlardır. 2023 Haziran ayına ait olan TÜFE; aylık yüzde 3,92, yıllık yüzde 38,21 olarak açıklandı.
İkincisi, İstanbul Ticaret Odası (İTO) tarafından hesaplanan İstanbul Ücretliler Geçinme İndeksi’dir. 2023 Haziran ayına ilişkin Ücretliler Geçinme İndeksi bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 55,19 olarak açıklandı.
Üçüncüsü, Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG) tarafından hesaplanan Tüketici Fiyat Endeksi’dir. 2023 Haziran ayına ait E-TÜFE’deki 12 aylık artış oranı da yüzde 108,58 olarak açıklandı. Aradaki farklar aşağı yukarı son 2 yıldır bu şekilde ayrışarak devam ediyor. Şaşırtan ve anlaşılamayan tarafı da bu oluyor. En son söyleyeceğimi en baştan söyleyeyim; aşağıda inceleyeceğimiz oransal farkları normal karşılamak mümkün değildir.
Çünkü;
• TÜİK hesabında dikkate alınan 404 madde, tüketiciler tarafından en çok kullanıldığı tespit edilen ürün ve hizmetlerdir. Ne İTO ne de ENAG bunları yok farz ederek başka bir listeyi esas alamaz. Zira istatistik bilimine aykırı olur.
• Ana grupların ağırlıklarına gelince; bu da bir Türkiye ortalamasıdır. Ancak bütün gelir gruplarında bu ağırlıklar farklıdır ve dolayısıyla her tüketicinin de doğal olarak enflasyonu farklı çıkar. Örneğin gelir azaldıkça gıdanın harcamalar içindeki payı artar. Bu bakımdan TÜİK enflasyonunun, alt gelir grubunun yaşadığı enflasyonu yansıtmaması doğaldır ama bunun ücretleri belirlerken kıstas alınması normal değildir. Belki bu konuda asgari ücretlilere ve emeklilere özel, değişik ağırlıklarla daha gerçekçi bir hesap daha çıkarılabilir.
• Üç ayrı kurum tarafından ulaşılan enflasyon sonuçlarında; 17 puandan 70 puana kadar oluşan farkların ne mantıken ne de bilimsel açıdan izahı mümkün değildir. Belki ancak mizah konusu olabilir. Oysa hesaplama şeklinden kaynaklanabilecek küçük farklar her zaman kabul görebilir. Ancak ağırlıkları birbirine yakın, ürün ve hizmetleri de aynı olduğuna göre, bu anlaşılamayan farklar için geriye fiyat-zaman-mekân uyumsuzluğu ile sepet içeriğinde yapılabilecek değişiklik ihtimalleri kalıyor.
• En az 30 yıl boyunca fiili ağırlıklara ve güncel fiyatlara göre perakendeci enflasyonu çıkartmış bir kişi olarak belirtmek isterim ki; piyasadan alınan ortalama ürün fiyatları da bu farkları yaratacak kadar sapma gösteremez. Zira fiyatları sürekli olarak en ucuz yerlerden toplasanız bile; geçen ay veya geçen sene de aynı yerlerden toplayacağınıza göre fiyatlar farklı çıksa da fiyat artış oranları piyasadan farklı çıkamaz. Tek şartla enflasyon oranını düşük çıkartmak mümkündür. Bir önceki sene yüksek fiyat uygulayan yerden alınan fiyatla, bu sene düşük fiyatlı başka bir yerden alınan fiyatın kıyaslanmasından ancak şaşırtacak kadar düşük; tersi durumda da şaşırtacak kadar yüksek enflasyonla karşılaşmak mümkün olabilir. Ancak meslek etiğine uymayan böyle bir davranışı hiçbir kişi ve kurumdan bekleyemem…
• İstanbul’un enflasyonu ile Türkiye’nin enflasyonu da büyük oranda farklı çıkamaz. Zira fiyatlar fark etse de fiyat değişim oranları mutlaka benzerlik gösterir. Kaldı ki fiyatların ülke genelinde belirleyicileri de gıda ve gıda dışı ulusal perakendecilerdir. Bunlar Anadolu’da farklı fiyat uygulamadıkları gibi yerel zincirler ve geleneksel kanal da fiyatlarını bu zincirlere bakarak belirlerler.
• Yukarda belirttiğim 3 kurumdan en doyurucu açıklamayı ENAG yapıyor. Enflasyonu diğer 2 kurum gibi sadece aylık ve yıllık değil, günlük ve hatta saatlik de hesapladıklarını açıklıyorlar. Kendi hesaplarında TÜİK’in enflasyon sepetindeki 404 maddeyi baz aldıklarını belirtiyorlar. Her gün elektronik yolla topladıkları yaklaşık 260 bin datayla TÜİK’in bir ayda aldığı datanın (550 bin) 15 katı bir veri seti elde ettiklerini duyuruyorlar.
• TÜİK ise Haziran 2022’den itibaren enflasyona esas olan madde fiyat listesini açıklamaktan vazgeçti. Zaten çalışmanın temeli ve görülemeyen kısmı da budur. Bugüne kadar her bayramda veri alan TÜİK’in ilk defa bu bayramı gerekçe göstererek açıklamayı 2 gün ertelemesi de beklenen bir durum değildi.
• Seçim sonrasında yüzde 30 orandaki kur artışının en az 10 puanının haziran enflasyonuna yansıması ise beklenen bir durumdu. Temmuz ayından itibaren kur artışlarının yüksek seyredeceği, bunun da ‘maliyet enflasyonu’ yoluyla tüketici fiyatlarını tekrar yükselişe geçireceği ise en beklenen durumdur.
Sonuç olarak; halkın sürekli fakirleşmesinin ve satınalma gücünün düşmesinin tek nedeni; ücret artışlarına uygulanan resmî enflasyon ile yaşanan enflasyon (ağırlıkları farklı) arasındaki uyumsuzluktur.
Kaldı ki; çok sık kullanıldığı halde, “hissedilen enflasyon” diye de bir şey yoktur. Bunun yerine yukarda nasıl oluştuğunu belirttiğim “yaşanan enflasyon” gerçeği vardır. Örneğin, hava sıcaklığı 4 derecedir ama hissedilen 1 derecedir. Burada böyle bir durum söz konusu olamaz. Yaşadığımız ne ise gerçekleşen odur. Peki her ayın başında önümüze gelen şaşırtıcı oranın sebebi nedir?
Herkesin ihtiyaçlarına, tercihlerine, alım güçlerine göre bireysel enflasyonları farklı çıkar. Yani kimsenin enflasyonu birbiriyle tıpa tıp aynı çıkmaz. Ancak bir ülke içinde, aynı gelir grubundaki vatandaşlar arasında da büyük farklar oluşmaz. İşte şaşırmamızın sebebi budur!
Aynı durum perakendeci enflasyonları için de geçerlidir. Diyelim ki; bir perakendeci 10 bin çeşit ürün satıyor. En çok sattığı ilk 500 ürün cirosunun ortalama yüzde 80’ini teşkil eder. Geriye kalan 9 bin 500 çeşit ise ciroya yaptığı katkıdan çok “her aradığını bulan” müşteriyi mağaza içinde tutmaya yarar. Ve neticede bu 500 ürün perakendeci enflasyonuna da büyük ölçüde yön verir.
Ülke ekonomisinde de benzer şekilde ilk 400-500 ürün ve hizmet çeşidinin ağırlığı önemlidir ve bunlar üzerinde de herkes hemfikir olmalıdır. Zira önce istatistik, arkasından da matematik süreç pişirip önümüze koyar zaten…
Yeter ki otomatik pilota bırakılması gereken yerde hatalı müdahaleler olmasın.