Ekonomi kitaplarına göre çoğunlukla artar ama siyasi ve ekonomik istikrarı sağlamış ortamlar için bile bu sorunun cevabı her zaman ‘evet’ değildir.
Önce bu konu nerden aklıma geldi onu belirteyim. Başarılı bir Merkez Bankası Başkanı görev süresini doldurdu ve bayrağı yine kendi ekibi içinden değerli bir yöneticiye teslim etti.
Elbette yeni Başkan’da aynı yolu takip edecek, alınacak kararlara değişik çevrelerin beklentileri değil, ekonominin dengeleri yön verecektir. Ancak toplumda “faizler inerse yatırım artar, uçar gideriz” gibi yanlış bir inanış olduğunu izliyoruz. Ek olarak, “eski Başkan çok direndi, yenisi zaten faizsiz bankacılıktan geldi” beklentisi var.
İşte bu yazının yazılma sebebi budur.
Bu yanılgılar; basit bir hesapla, ‘yatırımcının faiz oranının üzerinde bir gelir elde edeceği işe kolay yatırım yapacağı’ tezi üzerine oturtuluyor.
O zaman empati yapalım ve yatırımcı gözü ile olayı değerlendirelim.
Faizler düştü ve yatırım ortamı uygun hale geldi diyelim. Yeni yapılacak yatırımın, ciroyu hangi oranda artıracağı belli mi? O ciroya olumlu etkisi beklenen tüketicinin de eve, arabaya yatırım yapmasıyla o kaynak azalmaz mı? Üstelik gayrimenkul fiyatlarında şişme yaşanmaz mı?
Örneğin yeni AVM yapacaksanız; yatırım verimliliği olan bir lokasyon buldunuz mu?
Bulduysanız, rekabet şartları kârlılığa ne kadar izin veriyor?
Faiz inerse döviz kurlarındaki artış yatırım ve işletme maliyetini artırmaz mı?
Görüldüğü gibi sadece faizin inmesiyle ortalık güllük gülistanlık olmuyor. Öyle olsaydı, bu konuda neden bu kadar geciktiğimiz de sorgulanmalıydı. Üstelik tasarruflar artsın istiyoruz ve fakat gelirler arttığı, enflasyon düştüğü halde mevcut faiz oranlarıyla bile tasarruflar artmıyor. Bir de faiz düşerse bu konu ne olur?
Tasarruflar azaldığı gibi harcamalar artacağından enflasyon yukarı doğru harekete geçer, mevduat artışı durur, cari açık artar. Yani pirince giderken eldeki bulgurdan olma riski de var.
Buraya kadar söylediklerim; emir komuta zinciri altında faize müdahale edilmesi anlayışına sahip olanlar içindir. ‘Ekonominin kendi kuralları’nı işleten bir Merkez Bankası için zaten böyle bir tehlike yoktur. Tribündeki seyirciye kulak vermeyen adil hakem gibidir TCMB. Onun için bağımsız olmalıdır ve öyle kalmalıdır. Yoksa ülkeye faturası çok ağır olur.
Diyelim ki; Merkez Bankası çevreye kulak verdi ve yanlış zamanda faiz indirimine gitti. O zamanda olumsuz yan tesirleri o ilacın kullanımını engeller. Yani su yolunu kendiliğinden bulur.
Bir söz de tribündekilere; madem bu kararların kolay alınacağına inanıyorsunuz, o zaman ABD Merkez Bankası FED’in, ekonomik göstergelere bakarak aldığı kararlara neden kulak kabartmaktasınız?
Döviz kuruna yön veriyor da ondan değil mi?
Bakın, şu anda Merkez Bankası’nın Mayıs ayı toplantısını yapacağı gündeyiz. Beklenti; faiz koridorunun üst bandında 0.25-0.50 puan dolayında indirim yapacağıdır. Henüz karar alınmamış, sadece rüzgârı gelmiş.
ABD Merkez Bankası’nın (Fed) 14-15 Haziran’da yapacağı toplantıda ise faiz artırımlarına başlayacağı beklentisi var.
Sonuç; bizim dolar kuru 3.00 liranın üzerinde hareket etmeye başladı. 20 gün önce kur 2.79 liraydı. Fazla söze gerek var mı?
Peki kuru kendi istediği gibi belirleyemeyen yerel organizasyon faizi belirleyebilir mi?
Kesinlikle hayır. Er geç çevre şartlarına uyar. Böyle bir göreve, talimat bekleyen bir memur atanamayacağını ve yukarda saydığım sebeplerini, henüz Üniversite yıllarında ekonomi derslerinde öğrendik. Bunun üzerine bir de yaşadıklarımız var. Bu bakımdan normal vatandaşa değil ama daha bağımlı tarza onay veren bazı ekonomist yazarlara ne demeli bilmiyorum. Küresel etkilenmenin yanında her ülkenin de kendi şartları dikkate alınmalıdır. Sanayiye dayalı ekonomi ile tüketime dayalı ekonomi arasında da dağlar kadar fark vardır.
Sonuç olarak; “faiz düşerse, yatırım artar ve bu çok iyi bir şeydir” diyemeyiz. Tersi için de iyi olacağını iddia edemeyiz. Birçok değişik unsur buna yön vereceğinden basmakalıp sloganlar kullanmamalıyız.