Merkez Bankası’nın koyduğu hedeflere ulaşmak için kullandığı en önemli araç faiz oranıdır. Önceden hedeflenen enflasyon oranında bir sapma görülmeden kolay kolay faiz değişikliği gündeme gelmez. Hatırlayalım; 2018 Eylül ayında 625 baz puan artışla yüzde 24’e çıkan politika faizinin sebebi neydi?
Ağustos ayı itibariyle yüzde 17,90 çıkan yıllık enflasyonun ardından yüzde 20’yi aşması beklenen enflasyon oranıydı. Nitekim yıllık enflasyon 2018 Eylül ayında yüzde 24.52, Ekim ayında yüzde 25,24, Kasım ayında yüzde 21.62, Aralık ayında yüzde 20.30 olarak gerçekleşti ve böylece faiz artışının haklılığı anlaşıldı. Eğer bu artış yapılmamış olsaydı, reel faiz eksilerde kalacaktı.
Merkez Bankası’nın bu hamleyi yapmakta geç bile kaldığı söylenebilir.
Neticede yüksek faiz kadar sıkıntılı olan ‘dolarizasyon’un gündemimize girdiğini ve bankalardaki döviz mevduat hesaplarının TL hesaplarını aştığını izledik. Yani yeterli reel faiz bile güven vermemişti.
İlk altı ayda, seçimler nedeniyle ertelenen fiyat artışları ile kademeli düşüşünü sürdüren enflasyon oranı Haziran 2019 ayında yüzde 15,71‘e kadar düştü. Şimdi dillendirilen, 8 puan civarındaki reel faizin yüksek olduğudur. Evet indirim gereklidir ama bu hesap yanlıştır. Reel faiz hesabı yaşanmış enflasyon oranına göre değil, gelecekte beklenen enflasyon oranına göre yapılır.
Peki, yıl sonu enflasyon oranı güncel orandan daha düşük çıkabilir mi?
Biriken ve gündeme yeni gelmeye başlayan büyük oranlı zamlar ve de ek vergiler olmasaydı belki gerçekleşebilirdi!
Üstelik Başkan değişikliği sonrası 25 Temmuz toplantısından en az 400 baz puanlık faiz indirimi çıkması bekleniyor. Yıl sonuna kadar ki toplam indirim beklentisi de 700 baz puandır. Elbette bu muhtemel kararlar tartışılacaktır. Zira arkasından kurun artması ve bunun da maliyet enflasyonunu artırması güçlü ihtimaldir. Dolayısıyla benim yılsonu enflasyon tahminim yüzde 18‘dir.
Çünkü dert bir değil ki…
Merkez Bankası Başkanının görevden alınması yerli ve yabancı sermayede güven kaybına neden olmuştur. Bunun peşinden Türkiye’nin kredi risk priminde (CDS) artış görülmüştür. Bu da borçlanma maliyetini artıran bir husustur.
Bütçe açığı en önemli sıkıntı kaynağıdır. Gelirinizi artıramıyorsanız, hiç olmazsa giderlerinizi kısar, tasarruf sağlarsınız değil mi?
Hayır yapamıyoruz. Sıkı para politikası, gevşek maliye politikası ile etkisiz hale geliyor.
TCMB’de ihtiyat akçesi olarak bulunan paranın Hazine’ye aktarılmasını sağlayacak düzenleme torba yasa teklifi ile TBMM’den geçti.
Bunun bütçe açığındaki bozulmanın önüne geçmek için yapıldığı anlaşılıyor.
İhtiyat akçesi olağanüstü dönemlerde kullanılmak üzere tutulan kaynaktır. Bunun aktarılması birçok görüşe göre para basmakla eşdeğerdir. Böyle bir durum tüketicinin satın alma gücünü daha da düşürür. Çünkü TL basmak TL’nin değerini azaltır. Pahalılaşan döviz de enflasyonu tetikler.
İlk 6 aylık bütçe açığı 78,6 milyar lira. Oysa yıllık beklenti 81 milyar liraydı. Yani yıllık bütçe açığını 6 ayda vermişiz.
Peki açığın kalan kısmı nasıl karşılanacak?
Hem ek vergi ile hem de borçlanarak…
Vergi gelirleri kolay artırılabilir mi?
Evet ama bunun da bir sınırı vardır. Enflasyonist baskı yaratır, bu da faiz artışı ile neticelenir. Üstelik talebin daralmasına sebep olur.
Peki borcu kim verecek?
Faiz oranını beğenenler…
Görüldüğü gibi dönüp dolaşıp, hep yüksek faizin yanına geliyoruz.
Zira şartlar ve bugüne kadar ki hatalar ekonomiyi bu noktaya taşımıştır.
Merkez Bankası’nın yılsonu enflasyon tahmini yüzde 14,6’dır. Bu tahmin ile yukarda saydığım muhtemel eylemler birlikte gerçekleşemez. Yazının tamamında enflasyonun gerekçelerini anlattım. Zira ‘hem karnımız tok olsun, hem de çöreğimiz bütün kalsın’ olamıyor.
Devam ediyoruz…
Döviz cinsinden borçlar hem şirket bilançolarını bozuyor, hem de takipteki krediler bankaların yükünü artırıyor.
Bazı görüşlere göre “enflasyonun sebebi faiz” ise, faizi iyice düşürerek enflasyondan kurtulma şansımız var mı?
Keşke olsaydı ama şimdilik ekonomide böyle bir reçete yok!
Ayrıca yüzde 24’lük yüksek faiz 10 aydır düşürülmediği halde, enflasyonun yüzde 25 seviyelerinden yüzde 16 seviyelerine nasıl indiğini birisi bize izah etmeli. Bu teze göre enflasyonun daha da yükselmesi gerekmez miydi?
Talep enflasyonunda; değil faizi düşürmek, tam tersine faizleri artırarak talebi frenlemek ve insanları tasarrufa yönlendirmek esastır. İşte “faiz düşerse enflasyon düşer” tezini geçersiz kılan bir başka sahne de budur…
Maliyet enflasyonunda ise; faiz onlarca gider kaleminden biridir ve enflasyon üzerindeki etkisi çok düşük düzeyde kalır. Hammadde, personel maaşları, kira, yakıt, elektrik ve amortisman giderleri ile vergi gibi yüksek maliyet kalemleri toplamı içinde en fazla yüzde 4-5 civarında faiz payı vardır.
Diğer maliyetlerin değişmediği bir durumda; faiz gideri yüzde 25 artsa bile maliyet artışına etkisi sadece yüzde 1 olur. Bunun için de faiz, enflasyonun sebebi olarak çok masum kalır. Ancak enflasyonun en önemli sonucu faizdir.
Reel faiz, güncel uygulanan faizin (nominal faiz) beklenen enflasyona göre düzeltilmiş halidir. Parasını ödünç verene, enflasyondan arındırıldıktan sonra sağlanan kazançtır. Neticede beklenen enflasyon sebep, reel faiz ise sonuçtur.
Merkez Bankası da bunun için vardır. Evet, faiz indirilmelidir ama şimdilik 150 baz puanla sınırlı kalmalıdır. Ancak diyelim ki; faiz düşüşü sert oldu, kur artışı da sert olur. Kur artınca enflasyon yükselir. Enflasyon yükselirse faiz artar. Sonuçta faizi Merkez Bankası değil, piyasa belirlemiş olur. MB’nin görevi, piyasaya tercüman olmak ve zamanında yapacağı değişikliklerle reel faizi makul seviyelerde tutmaktır. Ekonomide doğru adım atmak yetmez, o adımı doğru zamanda ve ölçülü atmak gerekir.