Faiz, tasarruf sahibinin veya finans kurumunun parasını belli bir süre için kullandırması karşılığında aldığı bedeldir.
Ev kiralarken, yazlık kiralarken kira alınmıyor mu?
Parayı kiraya vermenin karşılığı da faiz oluyor. Elbette parayı bir süreliğine kiralamak isteyen birey veya işletme en az ödemeyi hedefliyor. Paranın sahibi ise en yüksek getiriyi elde etmek istiyor. Yani iki tarafın düşünce tarzı da doğal karşılanıyor. Burada önemli olan piyasa şartlarına en uygun anlaşmanın yapılması, yani faizin ölçülü ve akla uygun seviyede gerçekleşmesidir. İşte faize bakış, bu ön kabul aşamasını takiben gündeme geliyor.
Yoksa, “faiz sömürü aracıdır, düşürelim ve zincirlerden kurtulalım” sözünün altı boştur. Elbette gücü olan faizi sıfırlar, kimsenin önünde buna bir engel yoktur…
Ancak enflasyonu yüksek olan faizi düşüremez, aksine kur ve enflasyon artışına karşı bu ilacı dozunda ve zamanında kullanmak zorundadır.
ABD, Kanada, Avustralya gibi ülkelerde faizin yüzde 0,25 olması, hatta Japonya, İsviçre gibi ülkelerde eksi oranlara düşmesi, düşük oranlı (yüzde 1’i bulmayan) enflasyon sayesindedir.
Peki bizde faizler neden yükseliyor?
Çünkü yıl sonu için en iyimser ‘beklenen enflasyon’ tahmini yüzde 11-12 seviyeleridir de onun için…
Şimdi denebilir ki; “üç aydır MB politika faizini yüzde 8,25’te sabit tutuyor, sen yükseliş olduğunu nerden çıkartıyorsun?”
İşte “faiz söz dinlemiyor” dediğim tam da budur.
Evet yukarda bahse konu olan faiz, kâğıt üzerinde kalmış olan politika faizi veya diğer adıyla haftalık repo ihale faiz oranıdır. Artık bakılması gereken yeni yer, ortalama fonlamanın yüzde 9,37’ye çıktığı son seviyedir (20 Ağustos itibariyle).
Bu oran MB’nin muhtelif kanallardan piyasaya verdiği paranın ortalama faizidir.
Mevduat faizleri ise yüzde 11 düzeyine çıkmış olmasına rağmen, eksi reel faiz gerçeği varlığını sürdürmektedir.
Faiz kararının arkasından ‘zorunlu karşılıklar’ın da artırılması; bankaların para bulabilmek için faizleri daha da artırmaktan başka çareleri kalmadığına işarettir.
MB, kendi iyimser enflasyon tahmini bile yüzde 8,90 iken, yüzde 8,25 olan politika faizinin işlerliği olmayacağını iyi bilir. Ancak 500 baz puandan düşük bir artışın faydası olmadığını gördüğü için, “100 baz puan artış için tepki çekmeye değmez, aynı bırakayım, piyasa yolunu kendisi çizsin” demiş olabilir.
Şimdi faizin normal şartlarda nasıl belirlendiğine bakalım:
- Faiz kararını vermek üzere masaya oturan MB- Para Politikası Kurulu’nun ilk bakacağı şey ufuktaki beklenen enflasyon oranıdır. Beklenti anketleri de bunun için çıkartılmaktadır.
Diyelim ki; enflasyon artma eğiliminde, faiz ise bugün olduğu gibi enflasyon oranının altında bir seviyede. Bu durumda banka mevduat toplamakta zorlanır; dövize, altına, gayrimenkule kayma olur.
- Faiz düşükse, daha fazla kredi kullanımı meydana gelir, bu da mal ve hizmet talebini artırır. Talebin artması ile de talep enflasyonu oluşur.
İşte “faiz düşerse enflasyon da düşer” tezine ters bir durum!
- Peki yüksek faizin enflasyon üzerinde hiç mi etkisi yok?
Elbette var. Faiz aynı zamanda bir maliyet unsuru olduğu için etkisi inkâr edilemez ama sözü edilecek düzeyde değil. Finansal giderler, kur farkı ile kredi faizinden oluşur. Yani bu gider kaleminin bile bir kısmı faizdir.
Sonra, hammadde, ara mal, mamul mal, ücret, kira, enerji, reklam, nakliye, depolama, tamir-onarım, temizlik, güvenlik, haberleşme gibi onlarca maliyet kalemi arasında faiz tek başına çok masum kalır ve bütün toplam içinde en fazla yüzde 3 paya sahip olur. Bu payla da enflasyona katkısı yok denecek kadar az olur.
Halka açık şirketlerin finansal raporlarında bu maliyet kalemleri çok kolay incelenebilir. Ben perakende şirketlerden örnek vereyim. Esas faaliyet kârının hesaplandığı ilk satırlarda faiz gideri dikkate alınmadığı halde ortaya çıkan makul kâr oranları, enflasyona direk etkisinin olmadığının kanıtıdır.
- Sadece düşük faize takılı kalmanın tasarrufların önünü kesmesi, büyümek için yurt dışı tasarruflara ihtiyaç duyulmasına sebep oluyor. Bu kaynaktan istifadenin de tek yolu var, küresel yatırımcıya cazip gelecek bir faiz oranı vermek…
- Eksi reel faiz döviz kurunun artmasına hizmet eder. Bundan sonrası sık yaşadığımız sahnelerdir. Kur artışı ithal girdi fiyatlarını artırır ve bunlarla üretilen nihai ürün fiyatları artar. İthal tüketim mallarının fiyatı hemen yükselir. Hatta muadil yerli malların fiyatlarında da artışlar yaşanır.
Şimdi hangi noktaya geldik?
Düşük faizin (eksi reel faiz) dolaylı da olsa maliyet enflasyonunun artmasına sebep olduğunu izledik. Yani enflasyonu düşürmediği gibi ters etki yaptığını…
- MB’nin elinde iki önemli silahı vardır. Birincisi döviz, ikincisi faizdir. Döviz satarak veya alarak kuru kontrol altında tutması mümkündür. Nitekim geçtiğimiz aylarda bu uygulama netice vermiştir. Ancak brüt ve net rezervlerin düşmesiyle elde sadece faiz silahı kalmıştır.
Bunu da kullanmadan hareketsiz kalması beklenebilir mi?
Beklenemeyeceğini, uygulanan faiz artışlarından anlıyoruz ama bu kadarı da yeterli değildir. Bu yöntemin değiştirilip, reel faizi ortaya çıkartacak bir faiz artış kararının alınması, güven de sağlanması açısından gereklidir.
Aksi takdirde dövize, altına yönelme devam eder. Enflasyonla mücadeleyi konuşmaya bile gerek kalmaz.