Faiz seviyesinin yüksek olduğu konusunda hemfikiriz. Yüksek faizin ekonominin enerjisini boşalttığı da bilinmeyen bir şey değil…
Ee o zaman bundan kurtulalım!
İşte bu o kadar kolay değil. Eğer kolay olsaydı, köşe yazılarından faize karşı olduğu bilinen mevcut MB Başkanı göreve geldiği günden bu yana tam 3 defa faizi sabit tutmazdı.
Resmî yıllık Haziran ayı enflasyonu yüzde 17.53 (hissedilen en az yüzde 25), MB politika faizi yüzde 19’dur.
Peki mevduat faizi ne kadar?
Brütü en fazla yüzde 18.
Stopaj düştükten sonraki net nominal faize göre ise reel faiz eksidir…
Üstelik reel faizde belirleyici olan “beklenen enflasyon” dur. Haziran ayında Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksi (Yİ-ÜFE) yıllık bazda yüzde 42.89 artış kaydettiğine göre, önümüzdeki aylardan itibaren üretici fiyatlarındaki bu fazlalık tüketici fiyatlarına yansıyacak demektir. Bir sonrası da kontrolden çıkan enflasyon sebebiyle faizin sabit tutulamayacağıdır.
Tekrar hatırlatmakta fayda var; bu hesap kimsenin inanmadığı resmi enflasyona göredir. Malum halkın ağırlıkla hissettiği ise daha yüksek olan gıda (yüzde 20) enflasyonudur.
Enflasyon yüksekse nominal faizin de yüksek olmasının bir önemi yoktur, tasarruf sahibi aldığı reel faize bakar. İşte bunun için halkımız parasının çoğunu döviz olarak tutuyor. Bankaya TL yatırarak kayba uğramak istemeyen mevduat sahibi elinde döviz tutarak kur farkından kazanmayı amaçlıyor. Bunun üstüne bir de “faizi düşürmek gerektiği” gündemi işgal edince kurda artış ve TL’den kaçış daha da hızlanıyor.
İşte dolarizasyon da böyle şekilleniyor…
Doğalgaz, elektrik ve akaryakıt fiyatlarındaki otomatik artışları kanıksadık zaten. Neticede ‘dolara endeksli maaş’ı olmayan herkes eksilen reel ücreti ile idare etmeye çalışıyor. Emekliler ve asgari ücretliler başta olmak üzere bu şartlarda ‘satın alma gücünün kaybı’nı telafi etmek söz konusu olamıyor. Refah payı ise çoktan unutulan gündem dışı bir tanım olmuş zaten…
Peki ülkemiz ilk çeyrekte yüzde 7 büyümedi mi?
Evet, nasıl büyüdüğüne bakmak lazımdır. Alt ve orta gelir gruplarından üst gelir grubuna ‘gelir transferi’ yoluyla ve gelir dağılımı adaletsizliğini de artırarak…
Bu konuyu geçen hafta “Gelir dağılımı – ticaret ilişkisi” başlıklı yazımda ele almıştım.
Cari açıkla büyüdüğümüz ortadadır. Sebebi, üretimde ithal girdi payının yüksek olmasıdır. Dolayısıyla bir taraftan dış borçlarımız artıyor, diğer taraftan risk primimiz arttığından daha pahalı borçlanmak durumunda kalıyoruz.
Biliyorum; yerel perakendecilerimiz bu konulara çoğunlukla ilgi duymuyorlar. Zengin semtlerde şube açanlar haklıdırlar. Ama diğerlerini direkt ilgilendiriyor. Zira reel geliri azalan tüketiciyle enflasyon payını aşan ciroları yapamazsınız.
Bir tahterevalli düşünelim. Bir tarafında faiz, diğer tarafında döviz kuru var. Faiz yükseliyorken döviz kuru çoğunlukla düşüyor. Tersine faiz düşük tutulduğunda ise kur tırmanmaya başlıyor. Bu tabloyu defalarca yaşamamıza rağmen bazıları faizi düşürünce enflasyonun düşeceğini zannediyorlar.
Olmaz!
Bu durumda dövize olan talep kuru artırdığından, devamı enflasyon artışı oluyor. Daha önce de “Kur geçişkenliği ve enflasyon” başlıklı yazımda bunu anlatmıştım.
Amaç başka da olabilir…
“Ekonomiyi canlandırmak için MB politika faizini düşürsün ki, kredi ve mevduat faizleri de düşsün.”
Yine olmaz!
Çünkü yüksek olan ve yakın bir gelecekte düşme ihtimali bulunmayan enflasyonu hesap dışı tutmak mümkün değildir. Bu şartlarda faizi düşürmek, ishali tedavi eden ilaç almak yerine müshil hapı kullanmaya benzer. Sadece kuru tetiklemekle kalmaz, risk primini (CDS) ve tahvil faizlerini de artırır.
Plansız ve hesapsız şekilde önceliği ‘büyüme’ye veren bir yönetim tarzı enflasyonu kolay kolay düşüremez. Hatta kronikleşmesine ve kalıcı hale gelmesine de zemin hazırlar.
Son zamanlarda ekonomimizi ilgilendiren bir de işin küresel boyutu var.
Gelişmiş ekonomilerde de artan bir enflasyon riski oluşmaya başladı. Ancak pandemi şartlarının getirdiği bu yeni gelişmenin bizdeki ile benzerliği yoktur. Ülkelere göre değişmekle birlikte yüzde 1 enflasyonun yüzde 4’e yükselmesi söz konusudur ki bize bir de bu taraftan bir dalga gelmesi beklenebilir. Zira enflasyon artışını takiben ABD Merkez Bankası Fed’in yakın gelecekte faiz artışı yapması kaçınılmazdır.
Eski Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal artan enflasyona uyum sağlamak için yaptığı faiz artışları nedeniyle görevden alınmıştı. Oysa normal şartlarda tersini yapanın koltuğu kaybetmesi beklenirdi. Nitekim piyasaların verdiği tepki ağır olmuştu. Tekrarında ekonomi aynı yükü bir kere daha kaldıramaz.
Ekonomimizin kırılgan olması, risk primimizin 400’lerde seyretmesi yabancı sermayeyi Türkiye’den uzak tutuyor. Biz de şartları uygun hale getirmekte geç kaldığımız için belirsizlik içeren ortamı değiştiremiyoruz.
Gelişmiş bir ülkede yüzde 3 faiz yüksek bulunurken, başka bir ülkede yüzde 20 faiz yetersiz kalabiliyor.
Neye göre?
Enflasyon seviyesine göre…
Enflasyonu görmezden gelerek faize, büyümeye, satın alma gücüne ve dolarizasyona bakılamaz. Çünkü hepsine yön veren ve bazılarını da değersiz kılan unsur budur.