Dünya genelinde enflasyonu çift hanelerde yaşayan sadece 20 ülke bulunuyor. Türkiye ise sıralamada ilk 15 ülke içinde yer alıyor.
Uluslararası Para Fonu (IMF) verilerine göre, enflasyon ortalaması dünyada yüzde 2,8, Türkiye’nin de yer aldığı gelişen ülkelerde yüzde 4,8, gelişmiş ülkelerde ise yüzde 0,9 dur. Dünyada enflasyonun eksi seviyelerde olduğu 38 ülke bulunuyor. Euro bölgesinde ise enflasyon yüzde -0,3 seviyesinde gerçekleşiyor. Şaşırtıcı ama komşumuz Yunanistan’da da enflasyon yüzde -1,8 seviyelerindedir (Sözcü- Emre Deveci haberinden).
TÜFE’de 2021 yılı Mart ayında bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 16,19 artış gerçekleşti. Yakın bir gelecekte tek haneli oranları görme ihtimalimiz de oldukça düşük gözüküyor. Üstelik halkın enflasyonu bu görünen oranın çok üzerindedir. Çünkü; sadece karın doyurmaya ve barınmaya kaynak ayırabilen alt gelir grubu, enflasyonu en şiddetli hisseden gruptur. Orta gelir grubu ile birlikte de en geniş kitleyi oluşturmaktalar.
TÜFE sepeti içindeki kategori paylarının bu kitle ile çok uyumlu olduğu söylenemez. Örneğin sepette gıda ve alkolsüz içeceklerin payı yüzde 25,94 iken, grubun bu alt kategoride fiili harcama payı en az yüzde 43 civarındadır.
Yıllık en düşük artış gösteren ve ortalamayı düşüren aşağıdaki kategoriler ise asgari ücretlinin gündeminde hemen hemen hiç yok gibidir. Örneğin, yüzde 2,87 ile alkollü içecekler ve tütün, yüzde 7,43 ile giyim ve ayakkabı, yüzde 8,33 ile eğitim, yüzde 9,93 ile eğlence ve kültür, fiyat artışları TÜFE’den oldukça düşük oranlarda seyreden kategorilerdir…
Peki bu ne demektir?
Bu grubun geliri TÜFE’ye endeksli değiştiği için, hiçbir zaman gelirleri fiili enflasyon kadar artmayacak ve satınalma gücü korunamayacak demektir. Tasarruf denen kavramın ise tamamen gündemden düşmesi güçlü ihtimaldir.
Bilhassa gıda fiyatlarındaki artış satınalma gücünü düşürmektedir. Birçok ülkedeki market raf fiyatlarını takip ediyoruz ve sık sık açıklıyoruz. Pandemiye rağmen bir sene arayla yapılan aynı alışveriş tutarlarının değişmediğini izliyoruz. Hatta düşen fiş tutarlarına da rastlıyoruz. İşte satınalma gücünün korunması budur. Kıyaslamanın sonucu; bir tarafta artmayan gelir ile satınalma gücünü koruyanlar, diğer tarafta artan gelire rağmen satınalma gücünü koruyamayanlar ve de milli gelirden aldıkları pay azalanlar…
Sadece bu tabloya bakarak bile bize özel farkı görmek mümkünken, hâlâ gelişmiş ülkelerdeki negatif faizi emsal gösterenler kuru ve enflasyonu coşturmaya devam ediyorlar.
Yüksek enflasyon yüksek faizi davet eder. Faize ne kadar karşı olursanız olun, kaptan köşküne çıkınca enflasyona göre faizi ayarlamaya mecbur kalırsınız.
Yaşayarak gördük ki; yüksek faizin en temel sebebi yüksek enflasyondur.
Peki yukarda bahsettiğimiz barınma sorunu yüksek faizle kalıcı olarak çözülebilir mi?
Çözülemez, çünkü yüksek kredi faizine güç yetmez.
Böyle bir tüketici profiline ve böyle bir kredi maliyetine sahip olan reel sektörün yatırım yapması kolay mıdır?
Kolay olmadığı gibi önünü net görebilmesi bile oldukça zordur!
Döviz kredisi faizi düşük olduğuna göre tercih sebebi olabilir mi?
Olamaz. O durumda da kur farkı riski ortaya çıkar. Bugün bazı şirketlerin zor durumda kalma sebepleri; ‘TL cinsinden gelirlerine rağmen, dolar, Euro cinsinden kredi almaları’dır. Neticesi kartopu gibi büyüyen borçlardır…
Gelir dağılımının sürekli bozulması ve yaşam kalitesinin düşmesi neleri etkiler?
Her şeyi etkiler. Sadece ekonomik düzeni değil, sosyal hayatı da kapsar. Ülkemizde enflasyonla mücadelede başarı sağlanamamasının bir nedeni de ekonomi dışındaki hususların ihmal edilmesidir. Yapısal reformlar programa alınmasına, dilek ve temenni olarak ortaya konmasına rağmen, bir türlü uygulama alanına sokulamamaktadır. Oysa en acil konu olduğu çok açıktır.
Peki büyüyen bir ekonomide neden çoğunluk şikâyet eder?
Bölüşümde adaletsizlik olduğu için geniş halk kitleleri ekonomik büyümeden yararlanamaz. Düşük gelir gruplarında; temel ihtiyaç maddeleri gelirin tamamını kapsadığı için gelir bir miktar artsa da anında tüketime yönelir. Yani bankaya, yastık altına veya kumbaraya atacak kaynak kalmaz. Büyüme payı, az sayıda sermayedarın kârını artırır. Geniş tanımlı işsizlik sayısının 10 milyonu bulduğu ve her yıl da 1 milyon kişinin bu işsizler ordusuna katıldığı ortam, fakirleşerek büyümenin bir başka canlı resmidir.
Ülkemizde sürekli cari açık veriyoruz ve bu açığı da dış borçla finanse ediyoruz. Dolayısıyla cari açık arttıkça dış borç stokumuz da artıyor.
Peki enflasyon bunun neresinde?
Yurt içinde fiyatlar seviyesinin yükselmesiyle yabancı ülkelerdeki mal ve hizmet fiyatları görece ucuzlar. Bu da ithalatın, ihracata göre daha fazla artmasına ve cari işlemler dengesinin olumsuz etkilenmesine yol açar.
Yüksek enflasyon her türlü spekülatif harekete de sebep olur ki; karşılığı gelir dağılımının ekstra olumsuz etkilenmesi demektir. Mağazalarda son zamanlarda hırsızlık olaylarının ani artışı, işsizlik ve yoksulluğun ulaştığı boyutu da göstermesi bakımından önemsenmelidir. Yoksa işin sadece polisiye tarafına odaklanmak bu mücadele kapsamında eksik kalır.
Bazı görüşlere göre; MB’nin rezervi eridiği için, faizi de düşürmesi mümkün gözükmediğinden, para basarak reel sektörü destekleyebileceği seslendirilmektedir. İşte en tehlikelisi budur. Zira her vesile ile altı çizilen ‘sıkı para politikası’ yerine, onunla taban tabana zıt ‘gevşek para politikası’na geçilmesi demektir ki, enflasyonu daha da tırmandırmaktan başka bir işe yaramaz. Teşhis yanlış olursa, tedaviden netice beklemek de boşunadır.