Fikret Otyam’ı yıldızlara uğurladığımız günün üzerinden yıllar geçti. Ama o, anılarıyla bir gün bile yalnız bırakmadı bizi.
Onunla son kez “başımızda bir büyükle” buluştuğumuz rakı sofrasının hikâyesidir anlatacaklarım.
Ankara’da TESK’in sergi salonunda bir resim sergisi açmıştı. Rahmetli Hasan Uysal, TESK’in basın müşaviriydi. Sergi boyunca her gün mutlaka uğruyordum, salonun bir köşesindeki koltuklarda çayımızı içiyorduk, anılar da yalnız bırakmıyordu bizi. Biraz geç gitsem “nerede kaldın, gelmeyeceksin sandım” diye takılıyordu bana.
Güzel günler çabuk geçiyor, serginin son günü geldi çattı. Hep birlikte topladık resimlerini, sardık sarmaladık, tahta sandıklara yerleştirdik. Yorulduk da tabii.
Bir veda sofrasında toplanalım diye düşündük, o yemeğin birlikte son yemeğimiz olabileceğini aklımızın ucundan bile geçirmeden.
Yemek dedim ama, Fikret Otyam ve Hasan Uysal isimleri yan yana geldiğine göre “başımızda bir büyük” olacağını tahmin etmek zor değil.
Faruk ve Serpil Bildirici organize etti yemeği. Akşam oldu, toplandık bir masanın etrafında.
Hasan da Fikret Abi’de güzel içerlerdi. İçtikçe keyiflenir, onların neşesi hâkim olurdu o ortama.
Kimler vardı, oradan başlayalım gözünüzde canlandırabilmeniz için. Faruk Bildirici, Serpil Bildirici, Bülent Tanık, Feride Aksu Tanık, Filiz Otyam, Fikret Otyam, Hasan Uysal, ben ve eşim Elif Tokaçoğlu.
Fikret Abi yorulmuştu sergi süresince ama uzun bir aradan sonra Ankara’da olmak, dostlarla hasret gidermek iyi gelmişti ona. Birlikte yaşamayı öğrendiği şeker hastalığı nedeniyle zaman zaman hastaneye gidiyordu. Sağlığına dikkat etmeye çalışıyordu bir yandan da. Yanından hiç eksik etmediği ilaçlarını koyduğu siyah bir çantası vardı. Sanıyorum foto muhabirliği günlerinden kalma, benim fotoğraf çantamın hemen hemen aynısı bir çantaydı.
O gece çok kulak çınlattık, “iyi bilmeyiz” dediklerimizi bile andık adabınca. Yorgunluğu gibi mutluluğu da gözlerinden okunuyordu. Bir “son akşam yemeği” için buluştuğumuzu bilmeden o gecenin tadını çıkardık.
O geceyi tarihe not düşmek gerekiyordu, fotoğraf makinem elimden hiç düşmedi. Rahat kalkabilmek için masanın en başında, Hasan’ın yanında oturuyordum. Fotoğrafları çeken ben olunca, tek bir fotoğrafım bile olmadı tabii.
Gecenin sonuna yaklaştığımızda makineyi, objektifleri toparladım, yerleştirdim çantama, Hasan’la aramızdaki boşluğa yere koydum.
Kalkma vakti gelmişti, önce Fikret Abi’yi uğurlayalım dedik. Birlik mahallesi tarafında TESK Otel’de kalıyordu. Vedalaştı hepimizle, Filiz Otyam’la birlikte gittiler.
Bir süre sonra biz de kalkalım artık dedik, toparlandık. Hasan “fotoğraf makineni unutma” dedi yerden aldı çantayı bana uzattı. O da ne? Bu çanta benim değil, Fikret Abi’nin çantası.
Açtı baktı, Fikret Abi’nin özel birkaç eşyası ve bütün ilaçları çantada!
Fikret Otyam giderken Hasan onun çantası zannetmiş, benim fotoğraf malzemesi çantamı ona vermiş. Herkesin kafası iyi, kimse farkına varmamış. Fikret Abi de benim çantamı alıp gitmiş. Bizim yaşadığımız şoku o da gittiğinde otel odasında yaşamış.
Benim çantam Fikret Abi’de kalsın, hiç sorun değil ama onun mutlaka yanında bulunması gereken, saatli aldığı ilaçları var. Saat de çok geç olmuştu ama yapacak bir şey yoktu, bu çantayı mutlaka ona ulaştırmamız gerekiyordu.
Atladık arabaya, gidip oteli bulduk, Fikret Abi de yatmamış tabii, bizi bekliyordu. Çantaları değiştirdik, o ilaçlarına, ben makineme kavuştum.
Yıldızlar yoldaşın olsun hepimizin ustası Fikret Abi’m…