Satın alma gücü paritesi üzerine çok fazla yazı yazdım. Sonuncusu bir müddet önce “Fiyat farklılaşmasının sebebi” başlığı ile yayımlanmıştı.
Şimdi de konumuz SAGP’ye temel teşkil eden ‘Fiyat Düzeyi Endeksi’dir.
Aşağıdaki tabloda görüleceği üzere Avrupa’nın euro bazında en ucuz ülkesiyiz (Kaynak: Dünya gazetesi).
Gerçi alkollü içki ve muz gibi küresel anlamda yüksek fiyatlara sahip ürünlerimiz bulunsa da bu bir sepettir ve tablo ağırlıklı ortalama değerlerden oluşuyor.
Fiyat düzeyi endeksi, ülkelerin ulusal para birimlerinin karşılaştırmalı olarak döviz kuruna göre seviyesini gösteriyor.
Bir ülkenin fiyat düzeyi endeksi, 100’den büyükse bu ülke karşılaştırıldığı ülke grubu ortalamasına göre “pahalı”, 100’den küçük ise bu ülke karşılaştırıldığı ülke grubu ortalamasına göre “ucuz” sayılıyor.
Türkiye’nin fiili bireysel tüketim fiyat düzeyi endeksi, 2018 yılı sonunda 38 oldu. Bu değer, AB ülkeleri genelinde 100 euro karşılığında satın alınan aynı mal ve hizmet sepetinin Türkiye’de 38 euro karşılığı TL ile satın alınabileceğini gösteriyor. Bu fiyat düzeyi endeksinin, fiili bireysel tüketimden etkilendiği unutulmamalıdır. TÜİK açıklamasına göre; fiili bireysel tüketim düzeyi 28 AB ülkesi ortalaması 100 iken, Türkiye için 67 olmuş ve AB ortalamasının yüzde 33 altında kalmıştır.
Ülkeler arasında çıkarılan fiyat düzeyi endeksi yanında, TÜİK tarafından da yurt içinde bölgesel fiyat endeksleri açıklanıyor. Ve genelde görülüyor ki; yurt içi fiyat düzeyi endeksinde en yüksek bölge İstanbul, en düşük bölge ise Ağrı, Kars, Iğdır, Ardahan çıkıyor. Bırakınız iller arasını, İstanbul’un semtleri arasında bile gelir grubuna göre semt pazarlarında fiyat farklılaşması yaşanıyor.
Bütün bunlara bakarak hayatı ucuz yaşayan bölgelerin insanlarına ‘satın alma güçlerinin yüksekliğinden’ söz etmek şaka yapmakla eş değerdir.
Oysa, yetersiz gelir sebebiyle talep ve bireysel tüketim harcamaları sınırlı kalırken fiyat düzeyi de buna göre şekilleniyor.
Asgari ücret seviyemizi diğer ülkelerle kıyaslayarak bile fiyatlar genel düzeyimizin hâlâ yüksek olduğunu söyleyebiliriz. Aylık asgari ücrette 2004 yılında 23 Avrupa ülkesi arasında 12. sırada yer alan Türkiye, 2019 yılında 27 ülke arasında 22. sıraya geriledi. Asgari ücret uygulayan Avrupa ülkeleri içinde Türkiye’nin gerisinde şu an Sırbistan, Karadağ, Makedonya gibi eski Yugoslavya’dan ayrılan ülkeler ile Arnavutluk ve Bulgaristan dışında ülke kalmadı (Kaynak: Habertürk).
Yazının devamında yer alan, Avrupa İstatistik Ofisi’ne ait (Eurostat) asgari ücret listesinin incelenmesini tavsiye ederim.
Satın alma gücü paritesi konu olunca, sürekli kıyaslama yaptığımız Belçika, Almanya, Fransa, İngiltere ve Hollanda gibi ülkeler 1500-1600 euro arası asgari ücrete sahipler. Ortalamayı 1550 euro olarak alırsak, bizim 422 euroluk brüt asgari ücretimiz yüzde 27 seviyesinde kalıyor. Bu durumda bu ülkelerde 100 euroya dolan market arabasının aynı ürünlerle bizim ülkemizde en fazla 180 TL’ye dolması gerekiyor. Acaba öyle mi?
Hem fiyat düzeyi endeksine göre hem de gerçek alışveriş kıyaslamalarına göre (önceki yazılarımda var) bu alışveriş 250 TL’nin altına düşürülemiyor.
Eurostat, asgari ücret karşılaştırmalarını brüt ücret üzerinden yapmış. Şimdi olaya daha gerçekçi yaklaşalım. Ücretli çalışan cebine giren para ile ilgilidir. Türkiye’de yeni net asgari ücret 2.324 TL’ dir ve karşılığı da bu günkü kurla (6.65) 349 eurodur. Kur yükseldikçe bu rakam daha da azalacaktır.
Kişi başı gelirin seyri de fiyatlar genel düzeyini etkiler. Döviz bazında 2018 yılında 9.693 $ olan kişi başı gelirimiz, 10 sene önceki seviyenin (10.931 $) altına düşmüştür. Kişi başı gelirin ortalama bir değer olduğunu düşünürsek, bu sefer de gelir dağılımı öne çıkar.
Avrupa İstatistik Ofisi’nin (Eurostat) 2017 yılına ait Avrupa Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması sonuçlarına göre, Türkiye gelir dağılımı eşitsizliğinde Sırbistan’ın ardından en olumsuz ikinci ülkedir.
Bu kadar da değil!
TÜİK’e göre nüfusun yüzde 70,4‘ü konut alımı ve konut masrafları dışında taksit ödüyor ve borçları var. Talebi zayıflatan ve fiyatları etkileyen bir başka sebep de budur.
Üstelik kişi başı gelirleri bizim 6-7 katımız olan gelişmiş ülkelerin tüketicileri ile ortak sepet oluşturmak da hayli zorlaşmıştır. Zira gelir farklılaştıkça tüketilen çeşitler de farklılaşmaktadır.
Marka sahiplerinin küresel ve bölgesel anlamda yaptıkları ‘fiyat farklılaştırma’ çalışmaları bilinen bir gerçektir. Bu bir firmanın kâr maksimizasyonunu sağlamak amacıyla aynı ürünü farklı fiyattan satışa sunmasıdır ki, hem farklı gelir şartlarına ve tüketici tercihlerine uyum sağlayabilsin hem de kârını koruyabilsin.
Perakende formatları arasında da önemli fiyat farklılıkları oluştuğundan, SES grupları (sosyal ekonomik statü) bazında da doğal olarak farklı hedef kitlelerin paylaşımı gerçekleşmektedir.
Her ülkenin fiyatlandırma eylemi; rekabet şartlarından, hükümet uygulamalarından, döviz kuru dalgalanmalarından ve tüketici tercihlerinden de etkilenir. Ayrıca firmaların değişen maliyetlerini ve kâr hedeflerini düşünürsek birbirine benzemeyen endeks değerlerini anlamış oluruz.
Sonuçta; fiyat oluşturmanın küresel anlamda tek doğru ve geçerli kuralı yoktur. Bölgesel şartlara tüccarca yaklaşım ve adaptasyon ihtiyacı vardır.