Büyük perakendeciler fedakârlık yaparak, Ocak ayını “mecbur kalmadıkça fiyat artırmadan” geçireceklerini açıkladılar. Bunu yaparken önce kendi özel markalarına ve sadık tedarikçilerine güvenerek program hazırladılar. Bir de zaten hiç ara vermeden uyguladıkları insert indirimleri vardı, o tarafı da biraz daha zenginleştirme kararı aldılar. Tamamen olumlu buluyor ve kutluyorum.
Elbette bu genel uygulamanın yanında bir de istisnalar olduğunu unutmayalım. Yani indirim yapıyormuş gibi davrananları da kenarda tutalım. Bunlar yüksek olduğunu bildikleri ilk fiyatlarını göstermeden, “yüzde 20 tasarruflu” duyurusu ile sözde indirim yapanlardır ve indirdikleri fiyat bile rakiplerin normal raf fiyatları düzeyindedir. Dikkatli tüketicilerin sloganlara bakmadan, etiketleri kıyaslayarak bunları kolayca eleyebileceklerine inanıyorum.
Ancak genele bakınca, bugüne kadar defalarca yazdığım şekliyle; ‘fiyatlar marketten önce fabrikada artar’ gerçeğini de kabul etmemiz gerekiyor.
Peki o taraftan hiç ses var mı?
Olmasa da, eğer üretici sık fiyat artış talebi ile geliyorsa, perakendeci için iki yol vardır. Ya “mecbur kaldık” diyerek bazı yeni artışları raf fiyatlarına yansıtmak ya da bu teklifleri kabul etmemek…
İlki bütün ürün portföyü için fiyat sabitleme sözü vermediklerinden normal karşılanabilir. Ancak ikinci durumda bazı raflar boş kalabilir. Ve bu şekilde Ocak ayını bitiririz.
Peki Şubat ayında ne olur?
Belki ilk 15 gün de bu uygulama devam edebilir, sonra her şey eski haline, yani yüksek enflasyon düzenine geri döner. Zira baz etkisi geçicidir, politikalarda değişiklik gerçekleşmeden kalıcı yavaşlama sağlanamaz. Dolayısıyla fiyat artışları birikimli olarak gelir. Bunu hâlâ sabit tutmak ise perakendecinin gücünü aşar. Hem maliyet enflasyonu hem de talep enflasyonu birlikte hareket halindeyse iktisat bilimi kurallarına göre fiyatları uzun süre sabit tutamazsınız.
Çünkü öyle bir noktaya geldik ki; talebi kısmak için faizleri artırmak veya üretimi artırmak gerekiyor. Birincisi politika olarak kabul görmez, üretimi de kısa zamanda artırmak mümkün olamaz.
Maliyet enflasyonu için faizleri indirmek de bizim için çözüm olamıyor. Zira diğer üretim faktörlerinin (ücret, kira, enerji, hammadde) fiyat artışlarında bir azalma gerçekleşemiyor. Yani her iki enflasyon türünün birlikte ve dengede olduğu bir tabloda faiz de iş yapmıyor.
Neticede fiyat artışlarının ve hayat pahalılığının uzunca bir müddet daha hayatımızda olacağını kabul etmek zorundayız. Enflasyonda bazı ülkelerdeki gerilemeye bakarak bize de yansımasını bekleyemeyiz. Zira bizim yaşadığımız sebeplerin bize özel olduğunu da görmek zorundayız. Yapısal sorunların devamı, ekonomik istikrarın bozukluğu ve güven eksikliği gibi…
Yani 2022’den devir aldığımız yüksek enflasyon, 2023 yılı boyunca biraz daha düşük oranda seyretse de, küresel sorunların sona ermesi ile bizde de benzer sonucu bekleyemeyiz. Örneğin Fed, bir süre daha sıkı para politikasına devam edileceğini açıklamıştır. Yani esasında onlar da kendi bünyelerine iyi gelecek tedavi yöntemleriyle kendilerini ayrıştırmışlardır. FED’in faiz artışlarında sona yaklaşması, elbette enflasyonda sınırlı da olsa bir gerileme yaşanmasının sonucudur. Her ülkenin de kendi durumuna uygun politikalar geliştirmesi beklenir. Yoksa yukardaki uygulamalar bizdeki gibi geçici rahatlama sağlar ama uzun vadede kronikleşmiş sorunları çözemez.
Fiyat sabitleme yöntemi ilk defa ülkemizde uygulanmıyor. 2022 yılı Mayıs ayında İngiltere’de yıllık enflasyon yüzde 9,1 ile son 40 yılın rekorunu kırınca, perakende sektörünün güçlü şirketleri olan Aldi, Lidl, Asda ve Morrisons başta olmak üzere yıl sonuna kadar bazı kategorilerde bir fiyat sabitleme hareketi gerçekleşmişti. Asda, 2022’nin sonuna kadar kahvaltılık gevrek, ekmek, un ve tavuk gibi temel ürünlerde fiyatlarını sabitleyeceğini açıklamıştı. Morrisons, pirinç ve kıyma da dahil olmak üzere 500 üründe ortalama yüzde 13’lük bir indirimi düzenli olarak uygulayacağını duyurmuştu. (Kaynak: Kantar Araştırma / Bi Sektör)
Elbette tek haneli enflasyonu olan bir ülke ile gıdada üç haneli enflasyonu yaşayan bir ülkenin perakendecileri arasında ne tedarikçi baskısı ne de tüketici mağduriyeti aynı seviyede gerçekleşmez ve bu yüzden de kıyaslama yapılamaz. Bu bakımdan bizim perakendecilerin 1 aylık süre için yaptıkları fedakârlık, İngiliz perakendecilerin uzun süreli uygulamalarından daha değerlidir.
Bir medya kuruluşu, “Marketlerde başladı, dalga dalga yayılıyor” başlığı altında hazır giyimcilerin de etiketi sabitleyeceğinden bahsediyor.
Şimdi bakalım aynı şey mi?
Türkiye Giyim Sanayicileri Derneği (TGSD) Yönetim Kurulu Başkanı Ramazan Kaya; “Son zamanlarda zincir marketlerde yaşanan etiket sabitlemeyi önümüzdeki süreçte bizim sektörümüzde de göreceğiz. Özellikle de perakende tarafında” diyor. 2023’te adet bazında yurtdışı pazarda yüzde 20, iç pazarda da yüzde 30’larda daralma yaşanacağını öngören Kaya, talep olmayınca üretim yapılmayacağını, etiket sabitleme ile stokların eritileceğini belirtti.
Burada gıda perakendecilerinin talep ve maliyet artışına rağmen üstlendikleri fedakarlıkla en küçük bir benzerlik yoktur. Tersine talepteki daralmanın ve üretimi durdurmanın tabii sonucu olarak, her sıkıntılı zamanda stokları eritmeye yönelik etiket sabitleme ve hatta indirimler görülebilir. Yani bugüne özel bir durum değildir.
Sonuç olarak; bu uygulamalar geçici rahatlama sağlasa da bize kalıcı çözümler gereklidir. Yüksek fiyatın sabitlenmesi yetmez. Bazı ürünler (et ve süt ürünleri, yumurta gibi) fiyatlarıyla, çıktıkları tepe noktada zaten ulaşılamaz olmuşlardır. Tüketicinin hissedilir indirime ihtiyacı vardır.
Önemli olan alım gücünü aşmayan son fiyattır. Bu da sadece perakendecinin gücü ile sağlanamaz. Örneğin ’karkas et ithalatı’ kararını çok isabetli buluyorum. Yetmez, karkas fiyatlarını sürekli tırmandırma gayreti içinde olan fırsatçılara da tedbir alınması gerekiyor.