GARE FACİASI
PKK’nin elindeki rehineleri kurtarma amaçlı Gare operasyonu, Başkomutan’ın “gel gör ki başaramadık” dediği üzere başarısızlıkla sonuçlandı. Rehineler katledildiği gibi operasyon görev gücünden üç asker de yaşamını yitirdi. Kaç PKK’linin etkisiz hale getirildiği belirsiz.
Başkomutan her ne kadar “Gare düştü, iş bitti” dediyse de, alan temizliği olarak da operasyonun başarısı şüpheli. Bilen biliyor ki, Gare daha önce de defalarca bombalandı, özel kuvvet askerleri Gare’ye girip çıktılar. Gare operasyonları rutin şekilde yinelenip duruyor. Ama son operasyon öncekilerden çok farklı sonuçlandı. Ortada bir başarı olsaydı, ilk açıklamayı Malatya Valisi’ne bırakmazlardı!
Operasyon başarıyla sonuçlansaydı, yani 13 rehine kurtarılıp sağ salim getirilseydi, haftalarca zafer şenlikleri yapılır, kurtarılan rehineler Başkomutan ile birlikte şehir şehir dolaştırılır, kent meydanlarında kutlama mitingleri düzenlenir, Yenikapı’da muhalefet liderleri de Başkomutan’ın arkasında saf tutarlardı. Ama olmadı, rehineler sağ dönemediler. Rehinelerin sağ salim dönmelerini yıllarca bekleyen annelerin babaların yüreğine ateş düştü. Diyarbakır’da evlat nöbeti tutan annelerin yüreklerine de ateş düştü mü, bilinmiyor. Annelerin acıları yarıştırılmaz, paylaşılır!
Hayatta dayanılması en zor en derin en acı, evlat acısıdır. O anneler babalar evlat acısıyla son nefeslerine kadar ölüp ölüp dirilecekler. Evlat için duyulan acı, dökülen göz yaşı karşısında en taş yürek bile yumuşar, yumuşamasa bile sessizce saygı duyar. En taş yürek sahibi bile evlat acısını “ne mutlu sana ki oğlun peygambere komşu oldu” diyerek siyaseten istismar etmez; ardından şarkıyla türküyle espriyle parti siyaseti gütmez değil mi? Öyle bilinse de bunu da gördük. Yaşadıkça kim bilir daha neler görürüz, nelerle karşılaşırız da şaşkınlıktan ağzımız bir karış açık kalır, söyleyecek söz bulamayız. Kesin olan bir şey var ki, acılı ailelere Peygamber’e komşuluk şerefi bahşedenler, kendilerine o şereften pay almak için hiçbir gayret göstermezler.
***
Demokrasinin asgari kurallarının yürürlükte olduğu ülkelerde, böyle bir facia sonrasında hükümetler düşer, soruşturma açılır, sorumlular yargılanır. Ama burası Türkiye. AKP iktidarı ve küçük ortağı, hesap vermek yerine muhalefeti suçluyorlar. Öyle ki, rehineleri kurtarmadığı için muhalefetteki CHP’yi suçlayan bile çıktı. Tabii muhalefeti suçlamanın en kolay yolu HDP’yi hedef tahtasına koymak. HDP hedef tahtasına yerleştirilince, muhalefet partileri pozisyon alma gereği duyuyor. Cumhur İttifakı iktidarının amacı da muhalefeti ayrışmaya zorlamak. Nitekim, ayrışma gecikmedi. Çok yakın bir gelecekte HDP hakkında kapatma davası açılması da sürpriz olmaz.
AKP iktidarı örtbas etmek için nasıl bir propaganda ve ayrıştırma politikası yürütürse yürütsün, Gare faciası peşini hiç bırakmayacak. Öyle 15 Temmuz gibi “Allah’ın lütfu” (!) zorlama bir destan yok ortada. Aklını ahlakını vicdanını yitirmemiş insanlar, 15/16 Temmuz gecesini sorguladıkları gibi apaçık başarısız böyle bir operasyonu da hep sorgulayacaklar.
Örneğin, Başkomutan operasyonun amacını rehineleri kurtarmak olarak açıkladı ya. Gerçekten amaç rehineleri kurtarmak mıydı? Amaç bu idiyse, bu gibi durumlarda nasıl hareket edileceği edilmeyeceği bellidir. Bilinir ki, rehine kurtarma operasyonlarında istihbarat yetersizse, hava ve arazi koşulları elverişsizse, gizlilik sağlanmamışsa, baskın tarzında hareket edilmemişse, operasyon rehinelerin kaybıyla sonuçlanır. Dünyanın en güçlü ordularından kabul edilen Rusya ordusunun 2002 yılında Moskova Tiyatrosu’na yaptığı operasyonda Çeçen eylemcilerin tamamı öldürüldü ama 130 rehine de katledildi, kalan 700 rehine yaralandı. Amerikan ordusunun 1980’de İran’da büyükelçilik personelini kurtarmak için giriştiği operasyon da fiyaskoyla sonuçlandı.
Tarihte başarıyla sonuçlanmış rehine kurtarma operasyonları nadirdir. Bilinen başarılı operasyonlar, 1976 yılında İsrail’in Uganda’nın Entebbe havaalanındaki operasyonu ile 1977 yılında Somali’nin başkenti Mogadişu’da Almanya’nın operasyonudur. Bu ikisinin dışında başarıyla sonuçlanmış operasyon yok gibidir. Bu operasyonların da Kenya, Uganda ve Somali devletlerinin katkısıyla başarıldığı söylenir.
Yine bilinir ki amaç rehineleri kurtarmak ise, askeri operasyon yapmak yerine arka kapı diplomasisine başvurulur, gizlice pazarlık edilir. Çünkü rehin alan örgütün asıl amacı öldürmek değil, pazarlık etmek ve kazançlı çıkmaktır. Emekli General Osman Aydoğan’ın ayrıntısıyla yazageldiği üzere PKK’nin rehin aldığı onlarca yüzlerce kişi, milletvekilleri, sivil örgütler ve yerel aktörlerin devreye girmesiyle serbest bırakıldı. IŞİD’in 2014 yılında Musul’da rehin aldığı 49 konsolosluk görevlisi ile geçen Ocak ayında korsanların rehin aldıkları 15 denizci de operasyonla değil, gizli diplomasiyle kurtarıldılar.
***
Peki, rehinelerin kurtarılmasında diplomasi esas alınmalıyken, altı yıldır PKK’nin elindeki rehinelerin serbest bırakılması için kim ne yaptı?
AKP iktidarının rehineleri kurtarmak için gizli diplomasiye başvurup başvurmadığı bilinmiyor. Muhalefet partileri, soru önergeleriyle konuyu TBMM gündemine getirmişler ama, iktidar yanıt vermemiş, oralı olmamış.
AKP iktidarı, rehinelerin bırakılması için Abdullah Öcalan’dan örgütüne çağrı yapmasını isteyebilirdi, bunu da yapmamış. Abdullah Öcalan’a ve örgütüne prestij kazandırmak istememiş olabilir ama, İstanbul seçimi için ricacı olmakta beis görmemişti.
Peki, rehineleri kurtarmak için gizli diplomasi yerine nasıl oldu da operasyona karar verildi?
Karar sürecinin başlıca aktörleri bellidir: Siyaset, istihbarat, asker. Ortaklaşa durum muhakemesi yapılmış ve operasyona karar verilmiştir.
Sahada operasyonu uygulayacak olan asker, kendi durum muhakemesini sunarak, çetin kış koşullarında, elverişsiz arazide operasyonla rehinelerin kurtarılamayacağını anlatmıştır herhalde. Mutlaka anlatmış olmalıdır, aksi düşünülemez!
Asker anlattı ve siyasetçi operasyonda ısrar ettiyse, neye güvenerek ısrar etmiş olabilir?
Örneğin, böyle bir operasyon mutlak gizlilik ve baskın tarzında hareket gerektirir. Ama, operasyonun nihai karar vericisi siyasetçiler, “Pençe Kartal-2 Harekâtının dost ve müttefiklerle koordine edildiğini” söylüyorlar. Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, G günü S saatinden birkaç gün önce Erbil’de herhalde operasyonu koordine ediyordu! Başkomutan Recep Tayyip Erdoğan da operasyondan iki gün önce “Çarşamba günü Millete Sesleniş konuşmasında güzellikler açıklayacağını” söylüyordu… (Müttefikler ve dostlarla neyi koordine ettiler? Millet Sesleniş konuşmasında nasıl bir güzellik açıklamayı planladılar?)
Anlaşılıyor ki, elverişsiz arazide, dondurucu kış koşullarında zaten başarısızlığa mahkûm operasyon bir de dost ve müttefiklerle koordine edilmiş, gizlilik kalmamış. Gizlilik kalmayınca baskın da olmamış; 41 savaş uçağı dağı taşı bombalamış, uçar birlik harekâtıyla özel kuvvet askeri gönderilmiş. Sonuçta rehineler kurtarılamadığı gibi operasyon görev gücü üç kayıp vermiş… Neresinden bakılsa facia!
Facia taammüden gelmiş ama örtbas etmek, bununla kalmayıp üste çıkabilmek için, “Gücümüzü ve kararlılığımızı gösterdik. PKK’nin ne kadar cani bir örgüt olduğunu bir kere daha gördük” diyorlar. Oysa PKK’nin nasıl bir örgüt olduğunu bir kere daha kanıtlamaya ihtiyaç yoktu. Otuz yıl önceki köy baskınları, daha yakın tarihte Merasim Sokak ve Güvenpark katliamları unutulmadı. Kırk yıldır hatta 100 yıldır istikrarlı şekilde güç ve kararlılık gösterilmesi de annelerin babaların göz yaşını dindirmiyor!
Bitirirken tekrar sormadan edemiyor insan. Gare’de amaç gerçekten rehineleri kurtarmak mıydı? Yoksa rehineleri kurtarmak değil de başka bir amaç mı söz konusuydu? Asıl amaç Roboski faciasına benzer şekilde üst düzey bir PKK yöneticisinin ele geçirilmesi veya öldürülmesi miydi? Rehineler kaybedilirse, Peygamber’e komşu olurlar… Zaten askerlik yan gelip yatma yeri değildir…
Asıl sorulması gereken soru ise, ortak vatanda eşit yurttaşlık çatısı altında, halkların ve inançların eşitliğini kardeşliğini esas alan çözüm çok mu zor? Kimse merak etmesin, böyle bir çözümde ülke bölünmez!