DÜNE BAKMA DURAĞI
Acıyla yoğrulmuş bir hikâye bu. İçinde yoksulluğun, ayrılığın, cinsiyet ayrımcılığının, paranın, baskının, şiddetin, iki yüzlülüğün olduğu bir hikâye.
Mekan dört yanı deniz, güzeller güzeli bir ada. İngiliz sömürgesi Kıbrıs… Ada güzel olmasına güzel ama kavganın hiç bitmediği bir yer. 1920’ler adada yaşayan Türkler için bir yanda İngiliz diğer yanda Rumların baskısı demek. O yıllarda adada yaşayan Türkler yoksul, eğitimsiz ve neredeyse çaresiz.
İşte o günlerde Araplar ceplerinde paraları, yanlarında “simsarlar”la Türk köylerine gidip, 5-6 çocukla yaşam savaşı veren yoksul ailelerin kapısını çaldılar. “Selamınaleyküm” diyip içeri girdi “Simsarlar” Sonra da açık ettiler, isteklerini. İstedikleri ne bahçedeki portakal ne de üzümdü… Kızlarını istiyorlardı babalarından. Adına istemek denilirse… Aslında parayla satın alıyorlardı onları.
İnsan ticareti
“Müslüman” diye tercih ediyorlardı bu kızları Araplar. Yapılan düpedüz “İnsan ticareti”ydi. Öyle çok para da değildi verdikleri. 30, 40 bilemediniz 60 lira. Parayı kazanan çoğunlukla “Simsar”dı… En çok Pembe dolaşırdı yanında bir Ürdünlü ya da Filistinli’yle köy köy. Bir de kızı Fatma…
Kızların yaşları 12-13 en büyüğü 16-17’ydi… “Çocuk gelin” bile değildiler… “Düğünsüz derneksiz” Bir simsar kadın ve çoğu yaşını başını almış bir Arapla, ağlaya ağlaya ayrılıyordu küçücük kızlar köyden. “Damat” kimdir, nedir ? Nerede yaşar ? Evli midir bekar mıdır ? sorulmadan, tanımadıkları bir adamla evden ayrılıp, bilmedikleri bir limandan gemiye biniyorlardı. Sonra; sonrası…
Geride kalan resim
Hatice Tevfik en küçüğüydü dört kardeşin. Filistin’e gönderileceğini öğrendiği gün bir resim çizdi. Dört kardeş vardı resimde. Birinin üzeri çizik… Kendisinin üzerini karalamıştı Hatice. Daha 14’ündeydi…
Gidenlerin çoğu bir daha hiç dönemedi Kıbrıs’a. Birkaç satır mektup almadı, yazamadı. Bırakın yazmayı ana dilini bile konuşmadı bir daha…Kimi üçüncü, dördüncü eş oldu kimi sokağa bırakıldı. Bazısı satıldı bir başkasına…
Dört bin kız satıldı
30’lar, 40’lar hatta 50’ler hep böyle geçti. 4 bin civarında kız çocuğu satıldı Araplara Kıbrıs’ta. Herkes bildi ama hiç sözünü etmedi. “Bir nevi başlık” saydı alınan parayı. Sustu…
Sonra bir gün İngiliz Ordusu’nda tercümanlık yapan Mustafa Bitirim Filistin’e gitti. Gidince de gördü gerçekleri. Adaya döndüğünde 16 sayfalık bir broşür yayınladı. “Biz, Kızlarımız ve Araplar… Aman Ne Oluyoruz”du broşürün başlığı. Kara bir lekeyi, acıyla yoğrulmuş bir utancı konuşmanın vakti gelmişti artık.
Neriman Cahid yazdı
Yürekli bir Edebiyat öğretmeni Neriman Cahit yıllar yılı izini sürdü bu inanılmaz hikâyenin. O kızları bulup konuştu; eski bir yarayı kaşıdı. Sonra da oturup kitaplaştırdı öğrendiklerini. Adını, “Araplara Satılan Kızlarımız” koydu. Araplara satılan toprakların değil kızların hikâyesi bu.
Trajedi…
Yetersiz bir kelime. Soğuk, mesafeli ve fazlasıyla yetersiz.
Baskı…
O da yetersiz tıpkı şiddet gibi…
Bin yıllardır kadınların yaşadıklarını anlatacak kelime yok belki de. Tarif; belki…
Tarihle yüzleşmek acı verir bazen. Gavvolem mi diyordu Kıbrıslılar ? Allahkahretsin yani. Kahretsin…
Kayıp Fetine konuya ilişkin belgesellerden biri. Belgesel Amerika’da çeşitli ödüller aldı.