Gazeteci diyelim ki “mebus” yani milletvekili oldu.
Yani, diyelim ki, milletvekillerinin yüksek maaşına ve diğer büyük (ballı) avantajlarına sahip oldu.
Kısa sürede de, ait olduğu parti adına kürsüye çıkıp görüşlerini açıklamaya başladı.
Meclis çalışmaları, grup toplantıları, partinin çeşitli kurullarında görev alma, komisyonlarda partisini temsil etme vs…
Ara sıra da TBMM’ye gelen “dertli” seçmenlerin şikâyet-dilek ve isteklerini dinlemek…
Bunlar gelir-geçer şeyler…
Ancakkk…
Siyasetin bir de katı mı katı bazı kuralları vardır…
Hangi partide olursanız olun, siyasette liderin ve kurulların aldığı kararların uygulanması meselesi var.
Hele, önemli bir sorun hakkında, grup kararı alınmış ise…
Parti disiplini ve tüzük gereği, alınan grup kararlarına “kayıtsız şartsız” uymanız gerekir.
Buna siyasette “koşulsuz teslimiyet” denebilir.
Hatta “şartsız kabul”…
Yani bazı karar ve eylemlerdeki uygulamalarda “askeri disiplin” dahi hak getire…
Mensubu bulunduğun partinin lideri, eğer siyaseten bir karar almış ve uygulamaya karar vermişse, mebus buna kesinkes “evet” demek zorundadır.
Buna “biat etme” denebilir.
Eğer “biat etme”ye hazır değilseniz, liderin her dediğine “evet” demeyecekseniz işiniz zordur.
Hem de çok zor.
Çünkü, ya liderin her dediğini olumlu bulup kabul edersiniz, yani varlığınızı devam ettirebilmek için “inanç-kişilik-ideallerinizden” o anda vazgeçersiniz…
Ya da “Hayır” deyip partiden ihracı göze alırsınız.
Gerçek gazeteci-yazar ve televizyoncu için bütün bunlar zor işlerdir.
Düne kadar sorguladığı, yanlışlarını ortaya çıkardığı, yolsuzluklarını “fahş” ettiği politikacılarla aynı dünyada, aynı çatı altında ve aynı disiplinle yaşamak ve görev yapmak gazetecinin işi değildir.
Yıllarca eleştirdiğiniz kişileri “hedef tahtası”na koymuşsunuz.
Ancak şimdi aynı çatıda olmak…
Yapılamaz mı?
Yapanlar çok…
Ama gerçek gazeteci-yazar ve fikir işçisinin yapacağı iş değildir.
Bana rahmetli Çetin Altan’ın hem yazarlık yaptığı, hem de TİP milletvekili olarak TBMM kürsüsündeki konuşmalarını, iktidarın hoşuna gitmeyen yazıları nedeniyle her türlü hakarete maruz kaldığını hatırlatmayın…
Rahmetli Altan, hapislerde sürünmemek için dokunulmazlık zırhına bürünmek istiyordu.
Ve TİP’in benimsediği politikaları savunarak, Türkiye’nin daha çabuk demokratikleşebileceğine inanıyordu…
O “istisna” gazeteci- yazarlardan biriydi…
Şimdilerde ise Yeşil Sol Parti ve TİP’ten milletvekili adayı olan meslektaşlarımın çok şeyler yapmaya çalışacaklarına inanmak istiyorum ama içime bir türlü sinmiyor.
ANAP’dan aday olan “fırdöndü” Hulki Cevizoğlu’nu görmezden gelsek bile Cengiz Çandar ve Hasan Cemal’in, TBMM’de yapacağı fazla bir şey yok.
Hatta gazeteci ve televizyoncu İrfan Değirmenci’nin dahi…
Nasıl gazetecilik “ zor zenaat” ise “mebus”luk daha zor bir alan.
Hele bağımsız çalışmış bir gazeteci iseniz “biat” kültürüne boyun eğmeyi hiç beceremezsiniz.
Türkiye’deki siyasetin gerçek yüzü bu…
“Ya herru, ya merru…”
Araf’ı, ortası yok yani…