TCMB tarafından yayımlanan “Merkezin Güncesi” bloğunda, “İklim Değişikliği ve Gıda Enflasyonu” başlıklı yazıda; “Artan sıcaklıklar, kuraklık ve aşırı hava olaylarının Türkiye’de gıda enflasyonuna nasıl etki ettiği” belirtilmiş.
Katkı yapmak amacıyla görüş bildirme ihtiyacı hissettim…
Elbette iklim değişikliğinin tarımsal üretim üzerinde olumsuz etkisi vardır. Ancak bütün dünyaya etkisi ne kadarsa, bize etkisi de aşağı yukarı o kadardır. Zira görünmez bir atmosferik duvarın bizi diğer ülkelerden ayırmadığı ortadadır.
Nitekim ilgili makalede; “Yapılan çalışmalar, iklim değişikliğinin 2035 yılına kadar her yıl küresel gıda maliyetlerini ortalama yüzde 1,5 ile yüzde 1,8 puan arasında artıracağını öngörüyor” deniyor. Bu tahminin doğruluğuna hiç şüphe yoktur ama bizim gıda enflasyonu ile nasıl bir ilişki kurulduğu anlaşılamıyor.
Bizim aylık artış oranlarımız bile bu yıllık maliyet artışının üzerindedir. O zaman yukardaki küresel gerçeklik Türkiye için de nasıl geçerli olabiliyor?
Bizdeki gıda enflasyonunun benzeri dünyada kaç ülkede yaşanıyor?
Kıyaslanabileceğimiz, bizimle benzer seviyedeki hiçbir ülkede yaşanmıyor.
Kaldı ki, TÜİK verilerine göre Temmuz’da yıllık enflasyon yüzde 61,78 olarak gerçekleşirken, gıda ve alkolsüz içecek ana harcama grubunda yıllık değişim yüzde 58,91 oldu. Temmuz ayı çekirdek enflasyonu ise (enerji, gıda ve alkolsüz içecekler, alkollü içkiler ile tütün ürünleri ve altın hariç TÜFE) yıllık bazda yüzde 60,23 çıktı. Bunun anlamı; gıda ve enerjinin yer almadığı çekirdek enflasyon da gıda kadar yüksekse, bize ait önemli sebeplerin varlığına işarettir.
Bir tarım politikanız olmasın; kalabalık tarımsal dağıtım kanalları üzerine ciddi bir çalışma yapılmasın, fırsatçılık enflasyonu önemsenmesin, ucuz kredi ile yüksek kur taleplerine ve faiz indirimlerine yeşil ışık yakılsın, Türk lirasındaki değer kaybı girdi fiyatlarını artırsın, yüksek ithal girdi kullanımı azaltılamasın, yapısal sorunlar kenarda beklesin, yetersiz sulamaya çare bulunamasın, tarımsal arazileriniz tarım dışı amaçla kullanılsın, ekilemeyen tarım arazileri için daha yeni yeni harekete geçilsin, artan nüfus (düzensiz göçle birlikte) hiç sorun edilmesin, sonra da problemin ana nedeni iklim değişikliği olsun !
Bitmedi. Bir taraftan tarımsal ürün ihracatı ile öğüneceksiniz, diğer taraftan üretim eksikliğinden şikâyet edeceksiniz. Üretimi eksilen bir ürün kategorisinin nüfus artışına rağmen ihracatı artabilir mi?
Kaldı ki; kavun, karpuz, domates, patates, soğan, lahana, patlıcan ve birçok ürünün tarlada kaldığını, kabak ve maydanozun hayvanlara yem olarak verildiğini, birçok ilde çiftçilerin traktörlü eylem yaptıklarını izlemiyor muyuz?
Anadolu Ajansı kaynaklı haberden özet olarak aktarıyorum:
“Tarım sektörü, ihracatta geçen yıl da rekorlarına devam etti. Sektör temsilcilerinin hem kaliteyi koruyup hem de verimi artırmaları (MB raporunda verim düşüşüne dikkat çekiliyor) ürünlerin dünya çapında talep görmesini sağladı.” AA muhabirinin Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) verilerinden derlediği bilgilere göre, Türkiye’nin tarım ihracatı 2023’te bir önceki yıla göre yüzde 2,8 artışla 35 milyar 164 milyon 253 bin dolara yükselerek rekor seviyeye ulaşmış. “Söz konusu dönemde; hububat, bakliyat, yağlı tohumlar ve mamulleri 12 milyar 378 milyon 672 bin dolar, yaş meyve ve sebze 3 milyar 492 milyon 314 bin dolar, kuru meyve ve mamulleri 1 milyar 610 milyon 304 bin dolar, fındık ve mamulleri 1 milyar 866 milyon 735 bin, zeytin ve zeytinyağı sektörü 871 milyon 666 bin dolarla tüm zamanların en yüksek ihracatına imza atılmış.”
Ayrıca listede yer aldığı üzere meyve sebze mamulleri, tütün ve süs bitkileri toplamı da 3,5 milyar dolar ihracat rakamıyla dikkat çekiyor.
Yukardaki 2023 rakamları ile yetinmedim, TİM kayıtlarından en taze bilgilere de ulaştım. 2024 yılının ilk 7 ayında tarım ihracatı; 2023 yılındaki 19 milyar 703 milyon 367 bin dolarlık satışı yüzde 3,2 aşarak, 20 milyar 330 milyon 105 bin dolara ulaşmış. Yani yeni bir rekora doğru gidildiği de anlaşılıyor.
İhracat rakamları bir önemli konuyu daha aydınlatıyor. İç piyasadaki fiyatların yüksek olmasına karşılık ihracat fiyatlarının rekabetçi ve uygun olduğunu da…
Böylece tarım ürünleri ihracatının da yurt içinde arz talep dengesini bozduğunu, bunun da gıda enflasyonuna olumsuz etki yaptığını anlıyoruz. Nitekim birebir aynı gıda markalarına ait ürünlerin ABD market raflarında, dolar bazında ülkemizden daha düşük fiyatlara sahip olduğunu da izliyoruz.
İlgili makalenin bir başka bölümünde, “Türkiye’nin önde gelen meyve ve sebze üreticisi 5 ilin (Mersin, Adana, Antalya, Hatay, Muğla) iklim özelliklerine baktığımızda, bu illerde yaşanan ciddi kuraklıkların sebze ve meyve üretimini olumsuz etkilediği görülmektedir” deniliyor.
Antalya’nın da ilgili kategorilerde 2022-2023 yılları ihracat rakamlarını karşılaştırdım. Yaş Meyve ve Sebze ihracatı 582 milyon 276 bin dolardan, yüzde 27 artışla 739 milyon dolara ulaşmış. Hububat, bakliyat, yağlı tohumlar ve mamulleri 44 milyon 207 bin dolardan, yüzde 33 artışla 58 milyon 785 bin dolara çıkmış. Meyve sebze mamulleri 25 milyon 948 bin dolardan, yüzde 1,8 azalışla 25 milyon 471 bin dolarla hemen hemen aynı seviyede kalmış (TİM). Görüldüğü üzere bu bölge bazında da tarımsal ürün toplam ihracatında önemli bir artış yaşanmış oluyor.
Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) Genel Başkanı Şemsi Bayraktar, Temmuz 2024 ayı başında yaptığı basın açıklamasının, buğday ve arpa rekolte tahminine dair Akdeniz Bölgesi ile ilgili kısmında, “İklimsel nedenlerle hasat bu yıl erken başladı ve ülke genelinde hasadın neredeyse yarısı tamamlandı. Çukurova’da verimde geçen yıla göre artış görülüyor” dedi.
Sonuç olarak; bizdeki yüksek enflasyonun onlarca nedenini sıralamaya tabi tutsak, iklim değişikliği belki en son sırada yer alabilir. Aynı sıralama ABD ve AB için yapılsa 2. veya 3. sırada yer bulabilmesi muhtemeldir. Zira hastalık aynı değilse nedenleri de tedavisi de birebir aynı olamaz. Küresel iklim değişikliği ile mücadelede yol gösteren her çalışma kıymetlidir ama bütün hataların faturasını tek adrese çıkartmak hem isabetli olmaz hem de dikkatleri dağıtır.